Fakat savaşın sona ermesiyle birlikte ve TBMM'nin ona Islami bir onursal unvan olan gaziliği vermesinden sadece bir yıl sonra, Mustafa Kemal kendisine büyük bir seküler reformcu olarak uluslararası bir ün sağlayan Türk Devrimi'nin seküler yönleri üzerinde durmaya başladı. Gerçekte, laiklik en iyi biçimde cumhuriyetçi Türk bağlamında özgün bir süreç olarak kavranabilir: bu terim, devlet ve dinî kurumlar arasında sert bir ilişki biçimi anlamına gelmez ve kesinlikle İslam'ın resmî bir reddini veya modernitenin gelenek üzerindeki zaferini ima etmez. Türk bağlamında laiklik karmaşık, hiçbir şekilde doğrusal olmayan ve siyasette olduğu kadar toplumda da Müslüman inanç ve pratiklerine ilişkin değişken ilişkisellikler ve idealler kümesidir. Laikliğin devlet ve dinin ayrılmasıyla sonuçlandığını savunan milliyetçi tarih anlatısında yer alan Kemalist iddiaların aksine, laiklik şüphe götürmez bir şekilde Müslüman inanç ve pratiklerinin hem yeni millete sadakati hem de ilerlemeye olan inancı teşvik etmek çabası adına manipülasyonu olduğu kadar İslami kurumların devlet tarafından kontrolüne dayandı. Her şeyden öte laiklik, İslam'ın -hangi biçimiyle olursa olsun- millete tabi kılınması demekti: Eğer İslam toplumda anlamlı bir role sahip olacaksa, Kemalist ideoloji bunun milletle yarış içinde değil, milletin yararına olması gerektiğini varsaydı. Laikliğin bu boyutu, Kemalistlerin bir millet yaratmaya olan adanmışlıklarına nihai bir engel olarak ortaya çıktı.
LÜTFEN OKUYUN, OKUTTURUN!
Kadim Ailenin Hayat Damarlarının Kesilmesi: İstanbul Sözleşmesi Zehiri altın tas içinde sundular, balı da ona suç ortağı ettiler. Celaleddin-i Rumi Süreç tek boyutlu değil. Bir taraftan çocuksuz, "haz yönelimli " farklı aile formları (LGBT birliktelikleri) meşrulaştırılıp özendirilirken, diğer taraftan da “çocuk yönelimli aile"
Sayfa 121 - Neyzen KitapKitabı okudu
Reklam
Hızla değişen dünya
Makinenin insanı bozduğuna inanıyorsak, bunun sebebi belki de, bizim kulağımızın maruz kaldığı kadar hızlı bir değişimi değerlendirebilecek bir mesafeden bakamayışımızdır bu durumun yarattığı sonuçlara. Makinenin birkaç yüzyıllık tarihi insanın binlerce yıllık tarihi karşısında nedir ki? Makine insanlığın bütün taribi boyunca, madenlerin çıkartıldığı ve elektriğin kullanıldığı dönemi içerir ancak. Henüz yapımını tamamlamayı başaramadığımız yeni bir evde yaşamaya başlamış olmamız gibi bir süreç bu sadece. Bizim etrafımızda her şey öyle çabuk değişti ki: İnsan ilişkileri, çalışma koşulları, yeni âdetler. Psikolojimiz bile en derin temellerine kadar yerinden oynadı. Kelimeler aynı kalsa da, ayrı düşme, hasret kalma, mesafe, geri dönme gibi kavramlarımız artık farklı gerçekleri ifade ediyor.
Bu basılı kültürde özellikle çarpıcı olan nokta, halkın Müslüman kimliğine verdiği önemdir. 20 yıl boyunca Kemalist elitler milletin üstünlüğünü vurgulayıp Kemalizmin temel ilkelerinden biri olan laikliği uygulayarak İslam'ın günlük yaşamla bağını en aza indirmeye çalışmışlardı. Basılı medya Kemalist elitlerin ötesinde kalan daha geniş kitlelere de çekici gelmeye başladıkça, kısa süre içinde, dinî pratikleri ve inançları hem bireysel hem de ortak kimliklerinde önemli bir nirengi noktası olan halkın bir kesiminin tasa ve çıkarlarını da yansıtmaya başladı. Dolayısıyla, Türk basılı medyasının incelenmesi modern Türk tarihinin temel bir ilkesine de itirazı beraberinde getiriyor. Merkezdeki siyasi elitler yenilikleri çevredekilere kolay kabul ettiremediler. Elitler tepeden inme, dayatmacı yöntemleri kullanarak, “geri kalmış” bir halkı kenetlenmiş, modern bir millete dönüştüremediler. Milletin ortaya çıkışı -ve buna bağlı olarak millî kimliğin inşası- toplumun bütün ögelerinin zorunlu olarak rol aldığı yaratıcı bir süreçti. Bu süreç tek başına Mustafa Kemal'in cumhurbaşkanlığı süreciyle sınırlı değildi ve sadece onun modernleştirici devrimleri tarafından belirlenmedi. 1923-38 yılları arasında Mustafa Kemal'in vizyonunun hayata geçirilmesinin bu konuda hayati bir önem arz ettiği su götürmezdir fakat bu kitapta ben, laikliğin uygulanışının ta kendisinin, aslen dinî kimlikleri önemli gören Türkler için millet kimliğini benimsemenin önünde bir engel teşkil ettiğini savunuyorum.
Avrupa tarihinde köleciliğin oldukça sağlam felsefi temel­lere sahip olmasının örnekleri çok fazladır. Modernitenin inşa olduğu zamanların hemen hemen tüm ünlü filozoflan köleci­liği bir şekilde onaylamışlardır. Örneğin Hegel (1770-1831) si­yah derili insanlann medeniyeti öğrenebilmeleri için köleliğin gerekli bir süreç olduğunu savunmuştur•
Kadın gebelik döneminde de gayet hareketli ve aktif olmalıdır. Hareket halindeki beden tıpkı bir dinamo gibi kendi kendine elektrik üretir ve üretim de çocuğun gelişiminde önemli rol oynar. Elbette hareketlilikle elde edilen enerji de tek başına yeterli değildir gebe kadın için... İşte tam bu noktada devreye erkek girer. Doğum süreci genel
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.