Bazı insanlar başkalarının acısını o kadar çok hissederler ki, bunun dışında hiçbir şey hissetmezler. Bu arada yaşamayı sürdürürler, yapabildikleri yerde kendi acılarından kaçarlar, ve ilerlemeyi pekâlâ da iyi başarırlar. Acaba böyleleri, insanların en kurnaz olanları mıdır? Acıya ilişkin ince duyarlılıkları, belki de onların acıyı zamanında davranarak, böylece acının kokusunu daha iyi alarak, kendilerinden uzak tutmaları amacına mı hizmet etmektedir. Acı antenleri mi söz konusudur?
Antreye adımını atar atmaz uzun zamandan sonra evine geri dönenleri sarıp sarmalayan o hissiyle doldu içi. Alışageldiğimiz mekanları onlara sürekli baktığımız için sonunda görmez oluruz. Alışkanlığın tozuyla kaplanır üstleri. Bu toz kalkmıştı işte. Her şey daha net görünüyordu sanki şimdi; tıpkı çekildiği ilk günkü renklerine ve kontrastına yeniden kavuşan bir fotoğraf gibi.
insan zihni belli anlarda yalnızca duyuların değil, aklın da sınırların! aşar. Bunun sonrasında, daha önce asla sezemeyeceği, akıl erdiremeyeceği olgularla yüzleşir. Bu olgular yeryüzündeki tüm dinlerin esasını oluşturur.
“… hiçbir kıymeti olmayan eleştirilerden ancak hiçbir kıymeti olmayan safsatalar çıkar. Çünkü en başarılı eleştiri bile sıfırdan bir şey üretmekten daha kolaydır ve kendi fikirlerinizi bazı temellere oturtup -veya temeller üretip- ortaya koymak zordur; saçmalıyor olsanız bile bunu yapmak zordur. Ama temenniler herkeste vardır ve bu yüzden herkes şikayet edebilir. Şikayet etmek yerine üretmek yani yolun üzerindeki tek bir taşı bile kaldırıp kenara koymak ise büyük bir gayret ister. Ne var ki, yol başkaları tarafından temizlendikten sonra temizleyenleri unutup rahatlıkla yürümeye başladığınızda kendinizi “kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan yürüyebiliyor” zannedersiniz. Halbuki her adımınız siz daha doğmadan önce “fikir üretmeye” cesaret edebilen cesurlara aittir ve bu edebiyat yolunda da felsefe yolunda da bilim yolunda da böyledir.”
Çocuk, doğduğunda doğal değil, tersine, çok önceden insanlar tarafından alabildiğine değiştirilmiş bir çevreye girer. Bu insanların kendileri için daha kolay bir yaşama tarzı sağlama isteğiyle doğanın zararına kurdukları yabancı bir çevredir.
Yanlış anlama, azalmak yerine çoğalır ve artar ve bunun aynı şekilde artmaya devam edeceğini düşünmek için her neden vardır. Ve bu gidişle insanlar birbirlerini gittikçe daha az anlayacaklar.
“Savaşı düşündükçe torunlarını da birlikte düşünüyor, torunlarını düşünürken bir el geliyor mengene gibi yüreğini sıkıyor, torunlarını kaçıracak yeri bulamıyor. Çöllere, çöllerin ta ortasına, yedi denizlerin ötesine kaçırsada oralarda da savaş var. Çırpınıyor, çıldırıyor, her yerde, her yerde savaşıyorlar, Allah bin belalarını versin, bu dünyaya, bu denize, bu ağaçlara, bu çiçeklere, şu gülen çocuklara, şu arılara kurban olsun musibet insanlar. Savaşa daha başlamadan, inşallah hepinizin gözleri çıkar, çıkar da önümüzü göremez, kurşun atacak yeri bulamaz olursunuz.“
İkisi de oraya gitmekte istekli değildi; çünkü göçmenleri Şili'ye kabul etme düşüncesine tümden karşıydılar, ateistlerden ve büyük bir olasılıkla canilerden oluşan bu kızıl komünist güruhu, tam da
vahim bir işsizliğin yaşandığı ve ülkenin ne ekonomik
krizden ne de depremden kendini toparlayabilmiş olduğu bir zamanda gelip mevcut işleri ellerinden alacaktı,
ama yine de o ikisi görevlerini yerine getiriyorlardı.
Bana, onlara kanıtsız gidebileceğim, koşulsuz inanacaklarına dair güveni vermemişlerdi. Bir şeyleri ispatlama ihtiyacı hissediyordum ve bu canımı sıkıyordu.