Bize hep başarı hikayeleri dinleyip ilham alabilmek öğretilmiş. Bu hikayelerin hemen hepsinde kahraman istediğine ulaşır ve mutlu son. Sonra yeni istekler, hedefler vs. Örnek, tedx konuşmaları. Peki bu istisna ve yüzeysel kısım olabilir mi? Hangi başarı olursa olsun, sadece size bağlı olmayıp şansın da biraz sizden yana olması gerek. Sınavı geçmek mi? Sınav yerine giderken, önündeki araçlardan birinin kaza yapmayıp trafiği kitlememesi ve sizin o sınava yetişmeniz de bir şans. Ve elinizde olmayan, yaratamadığınız bir şans.. Peki bu durumda, elde ettiklerimizi ne kadar sahiplenebiliriz? Ya da elde edemediklerimiz, ne kadar bizim olmayabilir? Ne kadarına "benim, ben yaptım" diyebiliriz? Ya da büyük kısmını gerçekten siz başardınız diyelim, peki ya size ait olan büyük kısmı, payı çok daha az olan şans sağladıysa? Yine aynı örnek, kazanabilecek kadar çok çalıştığınız o sınav; o kaza olup o trafik kitlenip yetişemediyseniz.. Başarısızlık öyküleri dinliyorum. Dibe vurmuşları.. Dipten geri çıkabilenleri değil. O dibin içerisinde kendisine bi yaşam kurarak hayatlarını devam ettirenleri.. Yenilginin garip bi sakinliği var. Kazanmak ise tanrı gibi hissettiren bir mutluluk ile aslında bir fani oluşunla çabalamanın getirdiği ve bir tanrı olamayacağını yüzüne çarpan yorgunluğun bileşimi. Uğraşıp başardıklarımı düşünüyorum.. Hadi diyelim düşülen o boşluk, hemen yeni bir hedef koymadığımdan olsun. Peki, neden başardıktan sonra gelen o iç sıkıntısı? Huzursuz eden ne beni? Ve aklıma düşer: "Dünyada belanın başarı ile satın alınan bir illet olduğunu elbet bildim."
Diyalektik *
_Spinoza: Anlamak, sevmenin başlangıcıdır. _Leonardo da Vinci: Anlamadığın bir şeyi, ne sever ne de nefret edersin. _Marki de Sade: İnsanın anlamadığı ve bilmediği bir şeyden hoşlanmaması kadar doğal bir şey olamaz. _Gazali: Bir şeyi sevecek ya da düşman olacaksan, onu bilmen gerekir. _Freud: Sevmek için anlamaya gerek yok çünkü insan duygusal
Reklam
"Tarihselcilere, Mealcilere, İndirilen Dincilere Reddiye..."
- " İsrail ordusuna konuşan bir haham, “Kur’an en büyük düşmanımızdır. O, Müslümanların elinde olduğu müddetçe onlarla anlaşmamız nasıl mümkün olabilir ki?” demişti. Geçen asrın başlarında Libya’yı işgale hazırlanan İtalyan askerleri de marş söylerken, “Lanetli bir topluluğu yok etmek, Kur’an’ı ortadan kaldırmak için gidiyoruz” diyordu.
AYNA NÖRONLAR? NİSA 140; " Size inzal olan bilgide şu vardır: Allâh işaretlerinin inkâr edildiği ve onlar hakkında uygunsuz konuşulduğu ortamda oturmayın; başka bir konuya dönülmedikçe! Aksi hâlde kesinlikle siz onların misli (benzeri) olursunuz. Bu uyarıyı “ayna nöronlar” bilimsel bulgusuyla bütünleştirelim. Sistem 1400 yıl öncesinden insanların insanları, ortamların ortamları programladığına işaret ediyor. Uygunsuz bir ortamda oturduğunda oradakilerin bir benzeri olarak düşüncen, duygun, bilgin, hatta halin şekil alıyor. Konuşursan, katkı sunarsan, susarsan diye ayırmıyor ayet; onlarla beraber bulunmak yetiyor, negatif- olumsuz- şer yayınının kişiye akması için! Yani dedikodu meclisinde gıybetin, yalan konuşulduğunda sahteliğin negatif enerjisi akıyor beyinlerden beyinlere… Duygusallığa yer yok sistem değerlendirmelerinde. “Ben otursam da konuşulanı onaylamıyorum canım, içimden reddediyorum” gibi bir istisna da kişiyi kurtarmıyor. Kur’an-ı Kerim’den sonra, atasözleri ve halk deyişleri de bu mekanizmaya işaret ediyor olabilir mi? -Üzüm üzüme baka baka kararıyor!.. - Körle yatan şaşı kalkar. - Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan. - Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz. Mehmet DOĞRAMACI
AYNA NÖRONLAR? NİSA 140; " Size inzal olan bilgide şu vardır: Allâh işaretlerinin inkâr edildiği ve onlar hakkında uygunsuz konuşulduğu ortamda oturmayın; başka bir konuya dönülmedikçe! Aksi hâlde kesinlikle siz onların misli (benzeri) olursunuz. Bu uyarıyı “ayna nöronlar” bilimsel bulgusuyla bütünleştirelim. Sistem 1400 yıl öncesinden insanların insanları, ortamların ortamları programladığına işaret ediyor. Uygunsuz bir ortamda oturduğunda oradakilerin bir benzeri olarak düşüncen, duygun, bilgin, hatta halin şekil alıyor. Konuşursan, katkı sunarsan, susarsan diye ayırmıyor ayet; onlarla beraber bulunmak yetiyor, negatif- olumsuz- şer yayınının kişiye akması için! Yani dedikodu meclisinde gıybetin, yalan konuşulduğunda sahteliğin negatif enerjisi akıyor beyinlerden beyinlere… Duygusallığa yer yok sistem değerlendirmelerinde. “Ben otursam da konuşulanı onaylamıyorum canım, içimden reddediyorum” gibi bir istisna da kişiyi kurtarmıyor. Kur’an-ı Kerim’den sonra, atasözleri ve halk deyişleri de bu mekanizmaya işaret ediyor olabilir mi? -Üzüm üzüme baka baka kararıyor!.. - Körle yatan şaşı kalkar. - Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan. - Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz. Mehmet DOĞRAMACI
İlgililerineee :)
TALAT, ENVER, CEMAL PAŞALARIN MEKTUPLARI Her üç paşa da, gitmeden önce Sadrazam İzzet Paşa’ya birer mektup bırakmışlardır. Cemal Paşa’nın mektubu 1 Teşrin-i sani 1918, Talat Paşa’nın mektubu 2 Teşrin-i sani 1918, Enver Paşa’nın mektubu ise 3 Teşrin-i sani 1918 tarihlerini taşımaktadırlar. İstanbul basını tarafından kaçışı en fazla
Reklam
33 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.