“Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.”
Bir daha söyleyeyim, uyumsuz buluşlar değil beni ilgilendiren. Onların sonuçları. Bu olgular kesin olarak biliniyorsa, hangi sonuçlar çıkarılmalı, hiçbir şey atlamamak için nereye kadar gidilmeli? İsteyerek ölmeli mi, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeli? İşe girişmeden önce, aynı hızlı dökümü us düzleminde de yapmak zorunlu.
Tolstoy, insanların savaşa girmesi için yalnızca yönetenlerin iradesinin yetmeyeceğini, savaşların başlamasında pek çok etmenin bir araya gelip süreci yönlendirdiğini çok güzel bir anlatımla ifade etmiş. Kitapta önümüze serilen birçok tezatlık içinde, bunu da eksik bırakmamış. “Çar, tarihin kölesidir.” derken, en üst makamlarda oturanların en zayıf iradeye sahip olabileceklerine dikkat çekmiş. Zaten o “Grand” Napolyon bile, zaferin tam ortasında kendini efendi değil de bir köle gibi hissederek ümitsizliğe kapılmıştır.
Eserin diğer penceresinden, Tolstoy çağının sosyal gerçekliğini ve bozuk yönlerini bir sosyolog bakışıyla göstermiştir bize. Olay örgüsüne dahil ettiği kahramanlara bu anlamda önemli görevler yüklemiş. Rus aristokratlarının savaş sırasında bile değişmeyen çıkar ilişkilerini, elde ettikleri konuma göre değişen ahlak yapılarını sorgularken, okuyucuya da bu tip insanı sorgulatmıştır. Rus insanının güvenilir, sade ve güçlü tarafını gerçek bir kişi olan Kutuzov karakterinde karşımıza çıkarmış, kişisel hedeflerine ulaşmak uğruna neredeyse tüm değerleri hiçe sayan Napolyon karşısında yine bir tezatlık örneği vermiştir. Eser boyunca birçok karakter üzerinden hayatın anlamını sorgulamış, insanın geçtiği süreçlerden sonra ne kadar değişebileceğini göstermiştir.
Kendi askerleri Fransız ordusuyla savaşırken, Rus aristokratlarının hâlâ Fransızca konuşmaya devam etmeleri, belki de savaşın görünmeyen en gerçek nedeniydi.
Dedim ki, yani her zaman akıldan fazla akıl hocası bulunduğuna ve ben de tamamsa bu…
— Herhalde bu cümle sizin değil, bunu bir yer den bellemiş olacaksınız.
— Pascal’in sözleri.
Benim burada ne işim var..?
Diye düşündüğünüz oldu mu hiç..?
Bir labirentin içimdeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de,
Her bir dönemeçli kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz.?
Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz..
Çünkü çıkmayı başarmış,
Dışarıda gülüşen oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz...
Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları...
Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde...
Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil,
Bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız..
Oldu mu hiç..?
Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim..?
~ Gece Yarısı Kütüphanesi ~
Bu dünyaya gözlerini açmış minik bir birey olan çocuğunuzun ilk yılları, büyüleyici olduğu kadar zordur da. Kendini ağlayarak, öfkeyle, itirazlarla ifade etmeye çalışan minikle nasıl iletişim kuracağımızı hemen çözemeyiz. Uyumak istemiyordur, yemek yemiyordur ya da sürekli ağlıyordur... İşte bu güzel seri, yeni nesil çocuklarımızla sağlıklı bir bağ kurabilmemiz, en zor gelen anları bile keyifli bir hatıraya dönüştürebilmemiz için yol göstermek, farkındalık oluşturmak için yazılmış.
Gerek çizimleri gerekse miniklerin empati kurabileceği yalın cümlelerle çocuklara hitap etse de daha çok anne babalar için bir yardımcı görevi göreceği kesin. Kitapların 'önsöz değil bir manifesto' başlıklı kısmı ve sonlardaki konuyla ilgili yazılar sizi rahatlatıp, bakış açınızı genişletecek. Ayrıca kitapları nasıl okuyacağınız, daha doğrusu çocuk, kitap ve anne baba zamanını nasıl verimli hale getireceğiniz konusunda da yol gösteriyor yazarımız.
Çok faydalı ve eğlenceli içerikleri olan kitapları okurken çocukla doğru iletişim kurabilmenin ne kadar önemli olduğunu görmemek mümkün değil. İlgilenelim, oyun oynayalım derken bile çocuğun hayal gücünü kısıtlayıp bir şeyler öğretme çabasına girebiliyoruz. Küçük çocuğu olan ya da yiğenler, torunlarla bir şekilde miniklerle vakit geçiren herkese tavsiye ederim. Hediye etmek için de tereddütsüz tavsiyemdir.
Agota Kristof'un hikayelerinin neredeyse hepsinde bir tuhaflık var. Tuhaflık edebi bir metin için fena bir nitelik değil. Belki de söz konusu metinlerin daha çok okura ulaşmasında temel bir etken...
Agota Kristof göçmen bir yazar. Stalin yüzünden yurdundan, yuvasından 1956 yılında ayrılmak zorunda kalmış. Dilsiz kalmış, kendini dilsiz hissetmiş; yersiz yurtsuz hissettiği gibi. Okumaz Yazmaz otobiyografik metinler. Ancak aynı şey Önemi yok için söylenemez.
Eser 87 sayfa. Ancak ilk hikaye 11. sayfada başlıyor. Dolayısıyla hikayelerin 76 sayfada yer aldığını söylemek uygun olur. 76 sayfada 25 hikaye...
Bu hikayelerin bir kısmı kısa öykü, bir kısmı küçürek öykü. Elbette bir edebi türü temsil eden örnekler yanında, söz konusu tür açısından uç sayılabilecek örnekler de vardır. Türden sapmak mümkündür. Kristof'un bazı hikayeleri türün uç örnekleri.
Galiba dili de türü de zorladıkça farklı metinler kurulabiliyor.
Benim Önemi Yok'ta en ilgi çekici bulduğum ve türden kopmayan örnek Posta Kutusu öyküsü.
Çocuk da ilgi çekici. Onu da ikinci defa okudum.
Çehov ve Borges karışımı öyküler gibi geliyor bana. Daha çok Çehov'a yakın ve küçürek...
Önemi YokAgota Kristof · Can Yayınları · 2023404 okunma
Iza’nın Şarkısı; aile ilişkilerini, romantik ilişkiyi, kişiler arası beklentileri, iletişimsizliğin doğurduğu çözülmez sorunları, empati yoksunluğunu sarsıcı bir biçimde işliyor. Okuduktan sonra uzun bir süre sessizce durup düşünmemek, kendi davranışlarımızı, kendi ilişkilerimizi gözden geçirmemek imkansız neredeyse.
Bir kitap kişinin empati yeteneğini beklenmedik düzeyde geliştirebilir mi? Iza’nın Şarkısı geliştirebilir muhakkak. Hem Iza ve çevresiyle, hem de kendinizle çıkacağınız hüzünlü bir yolculuk bu roman.
Hermann Hesse ’nin hakkında “Keşfettiyseniz altın bir balık yakaladınız demektir. Yazmakta olduğu bütün kitapları alın, ileride yazacaklarını da,” dediği
Magda Szabo ’yu hala okumadıysanız, mutlaka bir şans verin. O altın balığı yakalayınca hem çok sevinecek hem de çok hüzünleneceksiniz.
“Şefkat göstermemek elinde değil. Ne acımasız bir şefkat! Sevgi her zaman bu kadar sahiplenicidir belki de!”
"Hayatta senden başka kimsem yok anne."
Iza'nın ŞarkısıMagda Szabo · Yapı Kredi Yayınları · 20203,321 okunma
Onu uğurlarken tekrar yerine oturdu, yeniden resimlere bakmaya koyuldu. Bir süre sonra, bu renkler duvarın üzerinde değil de gözbebeklerinden çıkarak duvarın üzerine yapışan renkler gibi görünmeye başladı. Sonunda gözbebeklerinden çıkan renkler yayıldı, artık karşısındaki kişiler, ağaçlar kendi düşüncelerine göre değişmişti. Daisuke böylece iyi olmayan her yeri tekrar boyamış ve sonunda düşünebildiği en güzel renklerle çevrelendiğini hayal ederek kendinden geçmiş bir halde oturdu.