Özgürlüğe kavuştuktan birkaç gün sonra, bir gün, çiçekli çayırları geçip, kamp yakınlarındaki pazar kasabasına doğru kilometrelerce yürüdüm. Tarlakuşları gökyüzüne yükseliyordu, neşeli şarkılarını dinleyebiliyordum. Uzun süre kimseye rastlayamadım; geniş topraklardan, gökyüzünden, tarlakuşlarının verdiği şölenden ve mekân özgürlüğünden başka bir şey yoktu. Olduğum yerde durdum, çevreme, sonra gökyüzüne baktım ve diz çöktüm. O anda kendim ya da dünya hakkında hiçbir şey bilmiyordum, aklımda tekrarlayıp durduğum tek bir cümle vardı:
“Daracık hücremden Tanrı’ya yakardım, o da bana özgürlükle yanıt verdi.”
Orada diz çökmüş halde ne kadar kaldığımı ve bu cümleyi kaç kere tekrarladığımı artık anımsamıyorum.
Ama biliyorum ki o gün, orada,
o saatte yeni yaşamım başlamıştı.
Ta ki yeniden insan olana kadar,
adım adım ilerledim.
{-Kitabı okurken askerlik dönemini tekrar yaşadım sanki, ölümün kara bulut gibi üstümüze çöktüğü zamanları anımsadım. Yaşadığımız zorlukların yanı sıra mayınlı dağlar da intikal ederken ölümü ensemde hissederdim, en kötüsü de nereden olacağı fikriydi, sağımdan gelen bir merminin kafamı dağıtması yada bir yamaçta gizlenmiş düşmanın silahından çıkan merminin özlem dolu kalbimi parçalaması veya sırlanmış mayınlardan birine basıp vücudumun paramparça olması mı sonumu getirecekti?
Böylesi karamsar düşünceler içinde
yavaş yavaş duygu körelmesi yaşıyordum
her gün boyunca..-}