"Bir çizgi, ailemin de yaptığı gibi bütün yer değiştirmelerin, göçlerin, umutsuzca çekip gitmelerin, ölüm pahası yola atılmaların içinden geçip bana kadar geliyordu. Ama dümdüz değildi bu çizgi, parçalanmış, dağılmış, sürülmüş, acı yüklü, delik deşik, kopuk kopuk bir çizgiydi.
Bana kadar geliyor, bir şeyi istiyordu yoksa bir sonu mu?
Bu çizgi benden sonra olduğu gibi sürmemeli, bir satır gibi kesip atmalıyım onu. Bunu duyuyordum ama gerçekten de bir dönüşümün başlatıcısı mıydım ben?
Başlama gücüm var mıydı? Dahası sürdürebilme gücüm? Yeniden nasıl biçimleyebileceğime, nereye doğru gideceğine, hatta bir şey başlayacaksa başlayanın ne olduğuna ilişkin bir fikrim var mıydı?
Yoksa çizginin kopukluğunda bir kopukluk, bir başka boşluk olarak orada mı kalacaktım?
Gücü, sürekliliği buradan geliyordu bu çizginin, kopuklukları, boşlukları, varolmayanları, gölge varlıkları birbirine bir zincir, bir pranga, boşluktan oluşmuş taneleri bağlayan bir tespih ipi gibi bağlamasından. Orada ben yine sefalete, yitikliğe, bir taş gibi kalakalmaya, dünyada yolunu şaşırmış biri gibi dönüp durmaya mahkûm mu olacaktım.
.