Hep böyle olmaz mı? Erkekleri salonda bırakıp mutfağa gitmez miyiz? Vatanımıza, doğal ortamımıza dönmenin huzuru. Neden bir de mutfakta sorulur hal hatır? ''Nasılsın?'' daha kısık ve doğrudan bir sesle, gerçeği duymak ister gibi, salondaki yalanları değil.
Kendi dilimizi konuşmanın sevinci bu. Hiçbir erkek bilemeyecek bunu; yüzümüz gerçek biçimini alır fayansların önünde.
Nasılsın Alara? Bir dilimiz var bizim. Birbirimizin cümlelerini destekleyerek sürdürüyoruz konuşmayı. Ne tartışmak, ne dürüstlük... Yorgunuz çünkü.. sen benim sözlerimi alırsın kucağına, ben seninkilere başımı yaslarım. Onların yanına dönmeden önce yaralarımızı Merhemliyoruz aslında, anlasana. Aslında alara, salona dönüp bütün sözcükleri yeni baştan anlatmalıyız onlara, kendi sözcüklerimizin kendi dilini, o sözcüklerle kurduğumuz yarım ve karmaşık cümleleri söylemeliyiz onlara. Ama müthiş bir bitkinlik hep, dehşetli bir iç sıkıntısı...
Alara, üzerimizde, onların dillerinde karşılığı olmayan suçlar işleniyor. Tam gerektiği anda dönüp bakmamaları, havluları düzgünce tutmakla anlatmak istediğimizi anlamamalırı gibi.
Papatya konusundaki bu inatçılığımızın nedeni ne sence, Alara?
Evde olduğumuzdan emin oldukları saatte gelmelerinin de bir anlamı olmalı.
Biz yokuz Alara. Seninle ikimiz yani. Ne kadar ''ben'' diye başlasa da cümlelerin, aslında anlatmak istediğin ikimiz oluyor. Çünkü biz, birer serseri ekiz. Bir yapıya eklenerek yok olmaya çalışan ekleriz biz, Alara. Anladın mı, biz yaşamak değil iki kişi ölmek istiyoruz.