Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Gazeteler, haberler bize falanca idarenin yalandan muarızlarını, millet menfaati, milli huzur ve güvenlik gibi isimler altında nasıl tepelediğini, falan milletin tarih boyunca silah zoruyla alamadığı toprakları nasıl işgal ettiklerini haber veriyor. Bu idare, bu gazete ve haberler bize zayıfla kuvvetli, hakimle kölelerin trajedilerini hikaye etmektedirler. Bu dünya akla hayale gelmedik facialara, şeytanliklara, anarşizme ve korsanlığa sahne olmak için mi yaratılmıştır. Zalimler ve mazlumlar, yaptıklarının hesabını vermeyecek mi? Böyle bir dünya gerçekten eksik olduğunu ilan etmektedir. Ve bu noksanlığın tamamlanması gerekir.
" Hayatta düzenbazlar da olmalı," dedi. " Bu dünyada herkes dürüst davransaydı çok geçmeden birbirinin gırtlağına sarılırdı millet. "
Sayfa 72 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Cariyl'a göre; millet, cansız bir kil tabakası gibidir. Eğer bir sanatçının eline geçmezse, sonsuza kadar şekilsiz ve hareketsiz kalır. Fakat Sezar, Napoleon, Büyük Petro, Sokrat, Hz. Muhammed gibi bir sanatçı, bir büyük adam, bir kahraman, bir peygamber çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir.
“Aydın olmak, modaya uygun elbise, şapka ve kolalı gömlek giymek değildir. Aydın kesim, bir milletin beyni gibidir. Millet sizi iyi bir öğrenim gördükten sonra, bir maaşa konasınız, akşamları kahvelerde iskambil veya domino masasının başına geçip eğlenesiniz diye okutmamıştır. Bunu böyle yapanlar, gerçek aydın değildir. Bunu yapanlar, aydınların
"Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti 'ni, sonsuza dek korumak ve savunmaktr. Varlığının ve bağımsızlığının biricik temeli budur. Bu temel, senin kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi, seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek iç ve dış kötülük isteyenler olacaktır. Bir gün, Bağımsızlık ve Cumhuriyet'i savunma mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için bulunacağın vaziyetin imkan ve şartları düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şartlar çok uygunsuz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlık ve Cumhuriyetine yönelecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bìr galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri alınmış , bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordular dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şarttan daha acı ve daha kötü olmak üzere, memleketin içinde, iktidara sahip olanlar, uyuşukluk ve delalet ve hattâ hainlik içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi gayeleriyle birleşebilirler. Millet, yoksulluk çaresizliği içinde harap ve çaresiz düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve kurallar içinde dahi vazifen, Türk bağımsızlık ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! İhtiyaç duyduğun güç, damarlarındaki soylu kanda mevcuttur!" Mustafa Kemal
Etnik menşeini deşmek isteyenlere karşı Ziya’nın cevabı açıktır: “Cedlerim Türk olmayan bir bölgeden (Çermik) gelmiş olsa bile, kendimi Türk sayarım, çünkü bir adamın milliyetini tayin eden ırki menşei değil, terbiye ve duygularıdır.” Ziya’nın milli kimlik hakkında bu görüşü, modern Türkiye’nin millet-vatandaş anlayışına esas olmuştur.
Sayfa 150 - Ziya Gökalp: yüzyıla damgasını vuran düşünürKitabı okuyor
Reklam
O günlerde, bütün akşamlar bu meseleleri konuşmakla geçerdi. Karargâh’ta, bir taraftan âdeta bir manastır hayatı yaşarken, diğer taraftan Büyük Millet Meclisi’ nin müşkül vaziyeti Mustafa Kemal Paşa’yı yoruyordu. Cami Bey meselesinden sonra, bir akşam Hamdullah Suphi Bey’e sataştı ve ona yalancı dedi. Hamdullah Suphi, sözünü geri almasını istediği zaman, Mustafa Kemal Paşa derhal geri aldı, fakat Hamdullah Suphi aleyhtarlığı devam etti.
"...Bu hain herif, istese bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder; etrafındaki alçakları dağıtır; hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi, diyordum. Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeye alışmış olduğunu ve insanın itiyadından (alıştığından) vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalade bir düşmanlık hissediyor ve herhalde bunun vücudunun ortadan kalkmasının en doğru bir çare olacağını düşünüyordum."
Bin yıllık tarihini, tarihine karışan bin yıllık acılarını unutup, adına "hayat" dedikleri günahları dişliyorlar bir elmanın muazzam tadına varır gibi. Muhtaç başlara uzanmayı unutmuş omuzların, birbirine çarpıp kaçtığı lacivert bir koridor sanki artık zaman dedikleri. Sav savaş; savaş, aş olmuş. Din, millet, kök ayrımı gerekmiyor artık bu lacivert koridorda çarpışmak için.
Lozan zaferi
Evet, efendiler, bugün en küçük cihadı başarıyla bitirdik, en büyük cihada başladık… Ve bu en büyük cihadın öncü çarpışması, şimdi şu anda Lozan'da meydana gelmektedir. Ve ne iyi silsile: Muharebeyi sevk ve idare eden de yine müthiştir Dâhi Başbuğ'un sağ kolu değerinde olan İsmet Paşa'dır. Birkaç ay evvel, millete, millet temsilcilerine ve millet reisine dayanan İsmet Paşa, Afyon, Uşak ve Kazancı dağ ve bayırlarında top gümbürtüleri, mitralyöz ve tüfek çatırtıları içinde, tel örgülerini muazzez Türk gövdeleriyle örterek, mukaddes Türk kanıyla yollar açarak, İzmir ve Bursa'yı, bütün Batı Anadolu topraklarını düşmanın barbar tahakkümünden kurtarmıştı; bugün yine o muzaffer kumandan, göz ve kulağı inciten ve tırmalayan bir muharebe meydanında değil, yumuşak halılar üstünde, yeşil ve süslü bir masanın önünde, yalnız mülayim insan sesleriyle hafif kalem gıcırtıları işitilen sakin ve sıcak bir odada çarpışmaktadır; bu çarpışma, bu akla dayalı muharebe, dekoruyla ters orantılı olarak askeri muharebeden daha çetin ve daha müthiştir.
Reklam
Hangi milletin kütüphanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet aleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir.
İbrahim-i Millet Nedir?...
İbrahim Milleti şudur: İbadeti, kapsamış olduğu tüm anlamları ile birlikte yalnızca Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yapmak(3) ve şirkten ve şirk ehlinden -beraat- uzak olmak. **************************************************** (3) Kul, Allahu Teala’ya gerektiği gibi ibadet etmedikçe hiçbir şekilde şirk ve müşriklere karşı koyamaz ve onlardan uzak
Sayfa 12 - Beyaz Minare Kitap
Köy Enstitüleri
Yurdumuzda aydınlığa karşı güçlü bir direnme vardır. Bunlar, ortaya Atatürk gibi güçlü adamlar çıkınca sinsi sinsi yatıp uyur görünse de, buldukları ilk fırsatta başlarını deliklerinden çıkarırlar. Anlattım: Halkevleri'ni, Halkodaları’nı öyle kolayca kapatıverdiler! Hele Köy Enstitüleri'ni... Rahmetli İsmail Hakkı Tonguç'u düşünüyorum. O büyük adama kan kusturdular. Sana köyler için öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri'nin nasıl kapatıldığını anlatayım, dinle bak! Doğuda, Van ilinde, köyler sahibi Kinyas Kartal Ağa ile batıda, Aydın ilinde, çiftlikler sahibi Adnan Menderes Ağa vardı. Bunlar seçimlerden önce gizlice anlaşıp birbirine söz verdi. Ağalar oyları Menderes'e küreyecek, Menderes bu yoldan iktidara gelecek. Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz Köy Enstitüleri'nin kapısına kara kilit asacak. Politikanin gücünü anlamak kimi zaman zordur. Türkiye geniş. Düşün, sizin Yunanistan’ın kaç katı? Ama en doğudaki ile en batıdaki il birleşiyor bak. Arada kaç il, kaç ağa var; listesini yapsan, aklın şaşar. Hepsi el ele verdi; temsilcilerini Büyük Millet Meclisi'ne oturttular. Adnan Menderes Ağa, Kinyas Kartal Ağa’nın dediğini yaptı. Kaldırın kolları; kaldırdılar. İndirin kolları; indirdiler. Tamam, kapattılar enstitüleri.
Sayfa 92 - Literatür
"İş aynı. Şu açık öğretimi bitirebilsem şef müdür filan olacağım da İngilizce denen laneti geçemiyorum. Amına koyim sanki İngiliz sörlerine hizmet ediyoruz. Biz Türk'üz vatandaş Türk! Ne sikime okutuyorlarsa..." Kamil bir an sustu ve aklına bir şeyler geldiğini belli eden bir yüz ifadesiyle Alper'e bakmaya başladı. "Ya aslında var ya... Lan ben bunu niye düşünemedim hiç? Çözmüşsün sen şimdi bu işi yani Boğaziçi filan tamam... Aslında babam okulu da ayarlatır benim yerime... Ha?" Alper anlamamış gibi baktı ama bal gibi anlamıştı. "Valla sonra dile benden ne dilersen. Şu vatan hainlerinin birinin oteli vardı, el koydular bizim Mehmet abi aldı. Oraya gönderirim seni hatunla ha? İngilizceyi tövbe geçemem ben... Sen onu halledersen gerisi bende..." "Yakalanırız ya resim kimlik filan," diye geveledi ne diyeceğini bilemeyen Alper. Sonra hiç inanmadığı halde, "Kul hakkı hem," dedi. "Oğlum gözetmen bilecek zaten. Babam ayarlar. Millet hakim, savcı, doktor, mühendis oldu böyle. Açık öğretimin kul hakkından ne olacak?" Alper'in hemen evet dememesine bozulmuştu kuzeni. "Neyse halledeceğiz artık bir şekil," dedi. Alper, sanki borç istenmiş de imkânı varken reddetmiş gibi suçluluk duydu, utandı. Lakin sustu. Hem demek Kamil, Alper'in bir hayır demesine derhal alınacak kadar hakir görüyordu aslında kendisini.
Sayfa 176 - Sözler: Şimdi ellerindedir Poseidon'un yabasıKitabı okudu
+ Locke/ Güçlerin ayrılması ilkesini savunması
"Yani devlet iktidarının çeşitli kurumlara dağıtılması." "Bunlar hangi kurumlar, biliyor musun?" "Biri Millet Meclisi. Bu 'yasama' gücüne sahip olan kurum. Bir de 'yargı' gücü var, yani mahkemeler. Son olarak da 'yürütme' gücü, yani hükümet." "Bu üçlü ayrımı Fransız Aydınlanma filozoflarından Montesquieu ortaya atmıştır. Locke diktatörlüğün önlenebilmesi için öncelikle yasama ve yürütmenin ayrılması gerekti ğini vurgulamıştı. Locke tüm gücü kendi elinde toplamış olan XIV. Louis'yle aynı dönemde yaşamıştı. 'Devlet benim' diyordu XIV. Louis. Bu yönetim tarzına mutlakiyet diyoruz. Bugün böyle bir devleti belli bir hukuka bağlı olmayan keyfi bir yönetim sayıyoruz. Buna karşı Locke, hukuk devletini güvenceye alabilmek için yasaları halkın temsilcilerinin çıkarması, kral ve hükümetin de uygulaması gerektiğini söylemişti."
Sayfa 302 - Pan
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.