" En son hangi kitabı okurken ağladınız? " diye bir soru okumuştum yakın zamanda, o zaman uzunca düşünüp bu sorunun cevabını bulamamıştım, şimdi aynı soruyu sorsalar kesinlikle cevabım var artık: Toprak Ana... Cengiz Aytmatov'un kalemini, kitaplarını, kendisini çok duymama rağmen okuduğum ikinci kitabı oldu ve okurken gerçek anlamda mahvoldum, hem üzüntüden hem acımaktan hem düşünmekten hem de ağlamaktan... O nasıl bir betimlemedir ki olayların içinde yaşattı beni, o nasıl bir üsluptur ki asla bana yabancı gelen bir sözük olmadı hatta daha çok halk ağzıyla yazılmış kelimeler vardı, o nasıl bir akıcılık sürükleyicilik ki çay demlenene kadar ki vakitte hemen kitabın başına oturttu beni. Tolganay ahh güzelim Tolganay çekmediğin kalmadı derken buldum kendimi defalarca, Aliman'ın fedakarlığı, vefası yüreğimi burktu defalarca... O kadar beğendim ki. Olay kısaca şöyle çok spoiler vermek istemiyorum çünkü okumayı düşünenler kesinlikle okumalı, o satır aralarında kendi gezmeli o nedenle hemen kısaca değineceğim: Tolganay ve Suvankul evlenir üç erkek çocukları olur: Kasım, Maysalbek, Canbay. Bir de gelini Aliman var, Kasım'ın karısı. Mutlu mesut yaşarlarken hepsi, ve evliliklerinin 20. yılındayken savaş çıkıyor, köydeki tüm erkekler savaşa gidiyor, işte o zaman Tolganay ve Aliman'ın mücadelesi başlıyor. Burada bir kez daha gördüm ki savaş neleri götürüyor insanlardan... Keşke hiçbir yer de hiçbir zaman savaşlar olmasa, tüm kini nefreti öfkeyi sevgisizliği atabilsek insanların kalbinden... Kısaca mutlaka mutlaka okuyun.
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202261,1bin okunma
"Sözünün son kelimeleri ağzından çıktığı sırada gözlerinin her birinde yıldız gibi bir damla parlamaya ve allı sarılı yanaklarının üzerinde şafak bulutuna rastlamış yıldız yağmuru gibi seyrine doyulmaz bir güzellikle süzülmeye başladı."
Sayfa 27 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı,dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağın bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni buğday tanesi, bir karınca gibi ezip geçivericek...
*İnceleme spoiler içerebilir. O yüzden sadece linklere bakabilirsiniz.
Öncelikle kitapla ilgili okuduğum ilgimi çeken bi kaç yazıyı şöyle aşağıya bırakıyorum;
prismaticjaneeyre.org/maps/global-mapoggito.com/icerikler/jane-...
Negatif yorumlarım; Prizmatik Jane Eyre linkinden yola çıkarak, hisleri çok alamamış olabilme ihtimalime yönelmek istiyorum. Kitabın ortalarında bu kitap bittiğinde çok üzüleceğim diye düşünürken, kitap bittiğinde tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Belki sonunu daha farklı düşündüğüm için de böyle bi hisse kapılmış olabilirim. Kitap ile ilgili okuduğum bilgilerde evet feministlik, kadınların baş kaldırısı niteliğinde bi çok söylem vardı, belki bunların daha şiddetli ifade edildiği cümleler bekledim, o yüzden böyle düşünüyor da olabilirim. Dünyanın en iyi aşk romanı kategorisinde kesinlikle okunması gerekir yorumlarını o kadar çok okudum ki, inanılmaz ya. Farklı kültürlerde yorumlama durumunu ve dönemi referans alacağım bunun için. Yoksa bu aşk hikayesine gerçekten dayanamayacağım.
Pozitif yorumlarım; O nasıl bi betimlemedir, nasıl güzel bir tasvirdir. Çoğu kitapta bu betimlemeler tat kaçırıyor, uzadıkça uzuyor ve sonu gelmiyor. Ama bu kitapta gerçekten çok lezzetli bir anlatımla çıkıyor okuyucunun karşısına. 630 sayfalık kitap elimde nasıl aktı gitti bilemiyorum. Belki vaktim olsa çok kısa bi sürede bitecekti, ancak 19 günde bitirebildim. Klasiklere giriş için mükemmel bir kitap, kesinlikle şiddetle tavsiye edilir.
Jane EyreCharlotte Brontë · Can Yayınları · 201831bin okunma
"Sanki beynimin üstündeki kemik kapağı kaldırmışlar ve savunmasız, çırılçıplak kalan beyin boyun eğerek kana kana içine çekiyor bu kanlı ve çılgın günlerin tüm dehşetini."
Kar soğuğu olur, karın belli bir dokusu, kar yağışının kokusu. Peki kar sesi? Nasıl sıcak bir betimlemedir bu, nasıl güzel bir öykü ismidir Havada Kar Sesi Var.
Böyle övgülerle (kitaba başlarken kendi kendime bir sevinç gösterisiydi) başladım kitaba. İlk öyküyle (Havada Kar Sesi Var) yüreğe dokunuyor Erdal Öz. Hem ismi hem de betimlemeleri ile. Sonrasında yedi öykü daha var, keşke her biri daha uzun olsa denilen.
Her bir öyküde o kadar o anda gibi hissettiriyor ki cümleler. Hikayeler o kadar gerçek ve betimlemeler o kadar canlı ki. Kar yağarken o pencerenin önünde, denize açılan o ailenin hemen yanında onları izlerken, annesiyle 'daha iyi bir dünyaya' yürüyen o çocuk 'ay'la konuşurken, ayrılmak istenilmeyen ama ayrılmanın en doğrusunu olduğu bilinen anlardaki' beş dakika daha' hissinde ordayız. Hatta ay gözden kaybolduğunda "Su gibi, aydınlık gibi akıp gitti. Koştum ama yetişemedim. Kızdım ona. Bir bulutun üstüne çıktım, oturdum, ayaklarımı sallamaya başladım." dediğinde o bulutun üstünde ayaklarımızı sallıyoruz.
Ne kadar sevilirse o kadar sevdim. Ne kadar övülebilirse o kadar övmek istiyorum her bir öyküyü. Çünkü ah sevgili Erdal Öz! İyi ki ardında böyle güzel izler bıraktın! Okuyunuz!
Canlarına varana dek her şeylerini verdikleri ama yüzünü görmedikleri, karnı tok, sırtı pek bir Tanrı’nın çöreklendiği, insanların giremeyeceği kutsal bir tapınaktan söz ediyormuşçasına bir çeşit dinsel korku belirmişti sesinde.