Bir gün Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem 'in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber'in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber'in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne
Sayfa 297 - Erkam YayınlarıKitabı okuyor
Aklınızı kullanmayacak mısınız? diyen bir yaratıcının gözetiminde, olaylar için soru sormaktan neden korkuyoruz ?Ya atalarımızın bize anlattığı gibi değilse hiçbir şey? ya ekranların dediği gibi değilse hiçbir şey? Ya her şey koca bir yalansa ve sen kandırılıyor isen? Ya Bilimsel olan bilime ve insanın iyiliğine hizmet etmiyorsa? Tanrılığını ilan etmiş ve dünyayı elinde tutan küresel güçlerin eline Neyi tutturduğunun farkında mısın ?Nedir aslında o yediğin, tohumunun içinde ne var nedir o sağlık diye koştuğun ?Sence içinde ne var ?Bilimi bir inanca dönüştürüp sorgulanamaz elçilerinin de size karşı ilk savunucuları olduğunu göremedin mi? Aldığı bir ünvanın bilme üstünlüğü ile kendi eline tutturulanın bizim aklımızın çok ilerisinde olabilecek Güçler ile donatılabileceği Fikri Hiç aklına gelmedi mi? İzlediğin O ekranların da bu küresel inanca hizmet ettiği, önüne konan her verinin sadece bilmen gereken kadarını içerdiğini nasıl anlamazsın? Sistemin tüm zaaflarını kullanıp Seni kandırmada, en değer verdiğin her şeyi gözüne soktuğunu göz yerinden çıkınca mı fark edeceksin?
Sayfa 65 - HayykitapKitabı okudu
Reklam
KİRPİLERİN OGRENME AZMİ
Bir zamanlar Polly, Molly ve Ludmilla adlarında üç kirpi vardı. Çok küçük ve tecrübesizlerdi. Habire etraflarındaki nesnelere çarparlar ve çarptıkları şeyleri tanıyamazlardı. O şeyi tanımaya çalışırken hepsinin klasikleşmiş soruları vardı: Polly: "Bunu yiyebilir miyim?" Molly: "Ona sarılabilir miyim?" Ludmilla: "Isırır
Sayfa 203 - Güldünya Yayınları
Söyle bana Toprak Ana, gerçeği söyle: ınsanlar savaşmadan yaşayamazlar mı? -Çok güç bir soru sordun Tolgonay. Nice nice milletler savaş sonunda yok olup gittiler, nice nice şehirler yanıp kül oldu ve toprak olarak üzerimde insan ayağının izini görmek için yüzyıllarca beklediğim çağlar oldu. ınsanlar ne zaman bir savaş başlatacak olsa, onlara şöyle diyordum: Durun! Kan dökmeyin!. şimdi de tekrar ediyorum: Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar, siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz, savaş neyinize gerek? Ben toprağım, bana bakın! Ben herbiriniz için aynıyım ve siz de benim gözümde eşitsiniz. Benim için önemli olan sizin sözleriniz değildir. Ben sizin dostluğunuza muhtacım, çalışmanıza, beni işlemenize! Saban izine bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin kocaman bir çınar vereyim! Evler kurun, temel olayım! Üreyin, çoğalın, hepinize güzel bir barınak olayım! Derinim, yükseğim, büyüğüm, ucum bucağım da yok... Hepinize yeterim ben... ... Sen de bana insanlar savaşmadan yaşayamaz mı diyorsun Tolgonay. Bu bana bağlı değil ki. Siz insanlara, niyetinize, irade ve bilgeliğine bağlı.
Ömer ibn Hattâb (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanında bulunduğumuz sırada elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuk belirtisi olmayan ve kimsenin de tanımadığı bir adam çıkageldi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in karşısına oturdu, dizlerini Peygamber
Kaldı mı böyle insanlar (:
"Şüphesiz sizin ve bu iyi adamların merakını uyandırdım; ama soru sormayacak kadar düşüncelisiniz," dedi. "Elbette; merakımla size rahatsızlık vermek gerçekten çok insanlıkdışı ve küstahça olurdu."
Sayfa 41
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.