Nalıncı Baba Padişahın İşi Ne! Murad Han (III. Murad) o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah. - Hayır mı şer mi
Ve sonra Kant ortaya çıktı.
Descartes'a diyorlar ki, bütün bunlar pek güzel, ama bizde düşünenin beden olmadığını ne kanıtlayacak bize? Bunu ona soran çağın materyalistlerinden biri... Ve Descartes cevap verir —herhangi bir karşı çıkış yöneltindiğinde ona, hep küstahlaşırdı — çok küstah ve kabaydı— der ki: Hiçbir şey anlamamışsınız, bizde düşünenin beden olmadığını asla iddia etmedim; tam ola­rak şunu söyler Descartes: İddia ettiğim, düşünceme dair bil­diklerim henüz bilinmeyen şeylere bağlı olamazlar. Başka bir şekilde söylersek, söz konusu olan bizde düşünenin beden olup olmadığını bilmek değil, Kartezyen düşünmenin perspektifinde, düşünceme dair bildiğimin henüz bilinmeyen şeylere bağlı ola­mayacağıdır söz konusu olan —yani bedene çünkü kuşku be­denden de olabilir. Öyleyse, mantığın bakış açısından —ama yepyeni bir mantıktır bu, çünkü cinsler ve farklarla işlemez, bir gerektirmeler, imalar mantığıdır —çünkü Descartes, kavramlar arasındaki açık ilişkilere dayanan bir mantık olan klasik mantığa karşıt olarak ... Yeni bir mantık tipi ortaya atıyor -bir gizli, imalı ilişkiler mantığı, bir imalar mantığı... O zaman, bir belir­leme tarafından belirliyor -düşünenin varoluşunu belirliyor ve düşünenin varoluşu düşünen şeyin varoluşu olarak belirleni­yordu. Demek ki Descartes belirlemeden belirlenmemişe ve be­lirlenmişe doğru gidiyordu: Ben düşünen bir şeyim. Mantığında hep imaları ekliyordu art arda: Kuşku duyuyorum, düşünüyo­ rum, varım, ben düşünen bir şeyim.Öyleyse tözün özne olduğu araziyi keşfetmişti. Ve sonra Kant ortaya çıktı.
Sayfa 69 - Pdf
Reklam
"Kendini nasıl bir şeyin içine soktuğunun farkında mısın Angelina?" diye sordu. Baldırındaki kılıftan bir bıçağa uzandı- ğında kocaman gözlerle izledim. Göğsüme doğru yönelttiği kocaman bıçağı takip ettim ve bıçağın hafif kıvrımlı ucunu gömleğimin ilk düğmesinin altına taktı. Pürüzsüz metal yüzeyinin üstünde kurumuş kana benze- yen
Sayfa 158
"Emin misin? Çünkü içini kendi aletime saklıyo- rum. Kendimi tutmam zor olacak, ama yapabilirim. Peki ya sen?" diye sordu bacaklarının arasına ateşli ve ıslak bir öpücük kondurarak. Julia inleyerek ileri geri hareket etmeye başladı. "Evet, dilin muhteşem şeyler yapıyor bana." "Benim yöntemimle yapmalısın Julia."
Sayfa 39
Onu dudaklarından sertçe öperek, başka bir şey söylemesine engel oldu. Sonra birden uzaklaşarak, "Az önce yaptığın Mor Kar Küresi nerede?" diye sordu. Yanlarındaki masayı işaret eden Julia, o içkiye elini sürmeyeceğine yemin eden Clay'in, ne planladığını çok merak ediyordu. İçinde mor içeceğin durduğu bardağa uzanan Clay, bardağı
Sayfa 35
Belki bu da kâfiydi. Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir vehim olduğu meydana çıkınca ne yapılabilirdi? Bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. İçimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. Kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. Seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. İnsanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı. Bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. Kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok korkuyordum. "O bile böyle yaptıktan sonra!.." diyordum... Ne yapmıştı, bu malum değildi; ve asıl bunun için muhayyilem en fena ihtimaller üzerinde duruyor ve en ağır hükümleri veriyordu.
Sayfa 143
Reklam
Şeytan
Onu ben çocukluğumdan, İlk rüyalardan tanırım. Yalnız yürüdüğüm zaman Odur arkamdaki adım. Onun korkusu, içimde Ürkek bir dünya yaratan... ....... Ömer haykırır gibi tekrarladı: — Evet, evet onun korkusu... İçimde bu ürkek dünyayı yaratan onun korkusu... Ben bu değilim... Ben başka bir şeyler olacağım... Yalnız bu korku olmasa... Hiçbir şeyi bana tam ve iyi yaptırmayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam... Emin Kâmil başını sallayıp gözlerini sinirli sinirli kırpıştırarak: — Neden kızıyorsun? Neden şikâyet ediyorsun? dedi. İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vaşitası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.
Ben hep iyi bir çocuk olmuştum, ebeveynlerinin kaygı duymasına gerek olmayan türden bir çocuk. Ödevlerim her zaman tam olurdu, asla ters bir karşılık vermezdim; kurallara her zaman uyardım ve herkesin isteklerini mutlu bir şekilde yerine getirirdim. Normal bir Çekirdek ailede bu tür şeyler ebeveynleri gururlandırırdı, değil mi? Ama benimki gibi bir ailede bunlar beni unutulabilir biri yapıyordu.
"İşte şimdi güzel bir şeyler yapmaya başladın," de- di Clay. "Ve o yüzden de sonuna kadar gitmen gereke- cek. Beni ağzının içine aldığında, sonuna kadar, tama- mıyla alacaksın." "Oh, evet alacağım, kesinlikle sonuna kadar alaca- ğım." Clay'in çamaşırını indirdi ve içinde yanan ateşten kıpkırmızı olmuş
Sayfa 31
Uraz gülerek başını salladı ve camını kapattı. Güzel bir müzik açtı ve elini bana uzattı. Elini tutup ellerimin arasında kucağıma koydum. "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Uraz tereddütle, "Bu durum... nasıl hissettiriyor?" "Bilmiyorum.'' Gerçekten bilmiyordum, "Heyecanlıyım. Şaşkınım ve hala yaşananları idrak edememiş gibiyim. Peki ya sen? Sen nasıl hissediyorsun?" "Tam hissediyorum,'' dedi kendinden emin bir sesle, "Kendimi en son bu kadar tam hissettiğimde bebektim. Abim, ben, annem ve babam aynı arabanın içindeydik. O gün o kazadan sonra bugüne kadar kendimi hep eksik hissettim Kumru. Şimdi ise elim ellerinde, sanki hayat benden aldığı her şeyi bu ellerle bana geri verdi. Bu eller var ya..." dedi ellerime bakarak, "Hayatın benden aldığı her şeyi geri veriş şekli. Bu eller benim eksik parçamdı."
Reklam
"Uyanmanı bir yıl boyunca beraber bekledik Kumru. Benden çok o bekledi. Çocuk hastanede yaşıyor gibiydi... Öyle sandım. Belli ki yanlış anlamışım..." dedi babam tereddütle, "Her neyse, ben yalnızca baban olarak bu ilişkiyi desteklediğimi ve çok doğru bir seçim yaptığını ekleyecektim Beni yalnızca baban olarak değil, arkadaşın olarak da gör. Sana çocukluğunu tekrar veremem, geçmişi geri getiremem, seni elinden tutup okula götüremem. Sana boyunun yetişmediği mutfak tezgahında güzel bir yemek hazırlayamam artık. Senin üç yaşında yanında olamam Kumru, beş yaşında yanında olamam, on yaşına dönüp saçlarını okşayamam ama şimdi, tam şu an buradayım, yanındayım kızım. Bir daha asla yalnız kalmayacaksın. Sana söz veriyorum. İIk hedefim de seni arkadaşlarından daha çok tanımak olacak." dedi gözyaşları içinde gülümseyerek. Onunla aynı haldeydim. Gözlerim dolu, dudak kenarlarım yukarıya dönüktü. Şimdi içimde bir şeyler gerçekten de iyileşiyordu işte. Şimdi eski Kumru gerçekten de geri dönüyordu işte, hem de eski yaralarının bile iyileşmek üzere olduğunu hissederek... "Yarın fizik tedavilerin için bir merkeze gideceğiz, tedavilerine başlayacağız." dedi babam, "Sonra seni o çok hayal ettiğin sahnede dans ederken izleyeceğiz." Babamı gözlerindeki parıltı kalbime işlemişti.
"Kumru..." Nisan'ın sesi kulaklarımı bulduğunda tam gözlerimi aralayacağım sırada Uraz'ın sesini işittim. "Uyandırmasak mı? Zaten her halükarda kucağımda olacak." Uraz'ın cümlesini duydum ve gözlerimi kapalı tuttum. İyi hissedene kadar uyumak istiyordum, her şey geçip gidene kadar uyanmamak istiyordum. Oysa zaten fazlası ile uyumuştum ama uyanmak hiç de iyi bir seçenek gibi görünmüyordu. Kafamın içinde her sey güzeldi. Hayallerimde her şey olmasını istediğim gibiydi. Oysa gözlerimi açtığımda gerçekler her yanımdaydı. Neyse ki onlar vardı, benimlelerdi ve ailemden öte davranıyorlardı. Sanki beş yabancıdan oluşan bir aile gibiydik. Ben ise bu ailenin en yabancısydım, hem onlara hem kendime bir yıl kadar uzaktım.
Babam öldüğünde cüzdanından katlanmış bir gazete kupürü çıkmıştı. Olimpos’taki Yanartaş’ın fotoğrafıydı, altında da kısaca bölge hakkında bilgi. Gitmek istemiş de gidememiş, canım benim. Sonrasında oraya defalarca gittim ben. Ateşin karşısına oturup saatlerce izledim. Tam bu noktada, “İşte o anda anladım ki” gibi beylik bir ifade tonuna geçip bu hikâyeden çıkarılacak dersi anlatmaya başlamam gerekir belki. Yok ama, ders mers yok, hayat böyle bir yer değil. İnsan istiyor ki, her şey birbiriyle bağlantılı olsun, işaretleri takip ederek bir sonuca ulaşılsın ve o anda bir aydınlanma yaşansın. Ama olmuyor. Babalar ölüyor, ceplerinden yanan taşların fotoğrafı çıkıyor, sen o taşların yanlarına gidip oturuyorsun, saatlerce bakıyorsun, bakıyorsun ve hiçbir şey anlamıyorsun.
İletişim YayınlarıKitabı okudu
İbrahim ve İshak’ ın açılımı? İbrahim o gece rüyasında İshak’ ı boğazladığını görür. Ertesi gün yüreğinde hüzünle uyanır. Rüyasını, “Rabb”inin ondan en sevdiği varlığını (oğlunu) kurban etmesini istediği” şeklinde yorumlar. Ve bunu İshak’ a anlatır… İshak yaşından çok daha olgun bir çocuktur. Babasının yüreğinin yandığını bilir. Onun arada
Bir ağırlık vardı üstümüzde. Kalkmak istemiyorduk o masadan. Akşama kadar çay üstüne çay içmek istiyorduk. Öyle konuşmaya da ihtiyacımız yoktu. Ne kavga ne tartışma. Ama her şeye rağmen o sahildeki gibi kuru kuru sessizlik de değildi bu. İkimizden de hiç ses çıkmıyordu belki ama ortada bir iletişim vardı. Bazen bunun tam tersi olur. Cayır cayır konuşursun ama netice iletişimsizliktir. Bu Suat'la aramızdaki en doğru ilişki şekliydi bence. O beni anlıyordu, ben onu anlıyordum.
Resim