Benimle uğraştıkları, hatta işkence ettikleri sırada, ben onlarda bu insan tarafı aramakla meşguldüm. Evet, onlar benim fena bir kimse olmadığıma inandıkları halde muhakkak fena bir tarafımı, kendilerince fena sayılabilecek bir tarafımı bulmaya uğraşırlarken, ben onların insanlıktan uzaklaşmış, hayvanlıktan, vahşilikten bile daha ürkütücü bir hal almış olan hareketlerinde, yüzlerinde, sözlerinde şu her şeyi iyi ve güzel bir ahenge dönüştürmeye çalışan tabiatın bir eserini, bir izini arardım...
sordun bana: “Giderken yanına birkaç çiçek
almak ister misin?” Ben evet dedim. Yazı
masasının üstündeki mavi vazodan dört tane
beyaz gül çıkardın (ah evet, onları
çocukluğumdaki o tek hırsızlama bakıştan
tanıyordum) ve bana verdin. Onları günlerce
öptüm.
Ah, ne delilikler yaptım bir bilsen!
Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmeden önce fırlatıp attığın bir puro izmaritini
çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için,
artık kutsal bir nesne saydım.
Erkekler sarılıp ortada dönecekleri kadınların yüzlerine bakmıyorlar, sadece ellerinin dokunacağı bir çıplak et ve burunlarını dolduracak keskin bir kadın kokusu arıyorlardı.
Biz harabı tahripte bile üstadız, mamuru tahripte neyiz? Kıyas buyurun!
Biz kırıp dökmekte bile ustayız imar etmekte neyiz? Karşılaştırın
İmar (bayındırlaştırmak) yani bir yerin gelişip güzelleşmesini, yaşayış koşullarının uygun bir duruma gelmesini sağlamak.