".. Bana bak sen bu kızı tanıyor musun?"
"Tanıyorum. Zeynep bizim. Rahmetli anasıyla birlikte yaşarlardı burada. O da ölünce bi başına kaldı gariban."
"Güzelllll"
"Güzel derken? Anası öldü diyorum abi, kimi kimsesi yok diyorum nesi güzel bunun?"
"Kız çok güzel be mecnun..."
Akşama kadar beraber olsan da o kapının önünde en az yarım saat daha konuşulur. Tüm gün boyunca konuşmadığınız ne kalmış olabilir arkadaş? Madem ayrılamayacak kadar önemli bir konu niçin bu saate kadar beklediniz? Hadi son anda aklınıza geldi diyelim, e içeri girin de öyle konuşun. Nedir bu kapı önü ısrarı?
"E kitap oku sen de Leyla'ya."
"N' abayım?"
"Biz her gün Zeynep'le sahile iniyoruz. Ben okuyorum, o dinliyo. Kitap heyecanlıysa bazen elimi tutuyo, bazen de kafasını böyle omzuma koyuyo. Yüreğim ısınıyo yanında. İşe yarıyo yani. Dene sen de."
Yarışmaktan anlamam. Hem sevgi dediğin nasıl yarıştırılır ki? İlla bağıra çağıra haykırmak mı gerekir sevdiğini? Gösterişli hediyelerle ya da şaşalı cümlelerle süslemek mi gerek sevgiyi? Ne gözlerine bakıp söyleyebilirim ne de pazarlayabilirim ben sevgimi.