Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Butimar bir kuştur, deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür, bu tasa yüzünden de su içmez hiç.
Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm.
Reklam
Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar(*) gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm. Butimar, deniz kıyısına çöker, kanatlarını açar, oturur tek başına. (*)Butimar bir kuştur, deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür, bu tasa yüzünden de su içmez hiç.
''Tarif edebilseydik, bunca imaya gerek kalmazdı.''
Kendimi bildiğim günden beri beni kuşatan bir durumdu bu. Herkesin eğlendiği meşgalelere karşı alaka duyamamak... Kitapların içinde sıkışıp kalmak... Güzel, zengin kızla yakışıklı ve bir o kadar gururlu fakir oğlanın eksik olmadığı televizyona, dondurma tanıtırken kadın pazarlayan reklamlara, kitleleri uyuşturan futbola, insanları aptallaştıran popüler kültür zırvalıklarına, vıcık vıcık yaşanan aşklara, sistemin koyunlarının tapındığı siyasi putlara, milyon dolarlarla oynayıp müslümanlara kanaat etmeyi öğreten din hocalarına, sanatı bir klozet markası sanan cahil insanlara bir saniye dahi olsa tahammül edememek... Yani dünyanın neredeyse yüzde doksanına hakim olan her şeye...
Reklam
Şimdi öyle bir zamandaydım ki, dedikodular bile kurumsallaştı. Tv'deki boktan bir yarışma programındaki yarışmacıyı tüm ülke tanıyor ve seksen bir vilayetin hepsinin müşterek gündemi, bu yarışmacının giydiği elbisenin deseni oluyordu. Nasıl ki her şehirdeki A hamburgercisindeki B menüsünün içindekiler aynı ise, artık Türkiye'nin hemen her kafesinde oturan insanların konuştukları şeyler de tektipleşmişti. Prizlerden uzak yaşayamayanlar, bir yandan sosyal olduğuklarını kanıtlamanın endişesiyle gönülsüz şekilde masalarında otururlarken, diğer yandan telefonlarının ekranlarını okşayıp dün akşam TV'deki yarışmada olup bitenleri konuşuyorlardı. Sonra da yalnız olmadıklarını kanıtlamış olduklarını sanarak evlerine dönüp yastıkla dertleşip ağlıyorlardı. Yalnızlığın modern zamanlara izdüşümü biraz böyleydi.
İstanbul biraz daha güzel olsaydı bir rüyaya dönüşecekti ve sadece rüyalarda yaşayabilenler barınacaktı içinde. Sırf bu yüzden çirkinleştirdiler bu şehri. Keşke şehre yağacak cesaretli bir yağmur yıkılan her tarihi eseri, katledilen her bahçeyi diriltip şu mendebur beton yığınlarının üstüne yürütebilseydi.
Yalnızlığın bilmem kaçıncı evresini yaşadığımı bilmez halde, tamamlanmamış insanları yararak yürüdüm. Otobüsler, tramvaylar duraklarda bekleyen insanları metal canavarlar suretinde yutup hızla kaçırıyorlardı. Eve girer girmez bir şarkı koydum kendime. Bir daha, bir daha başa sarıp dinledim. Bir tarafım söylemek istediklerimle doluyken, diğer yanım onları yok etmekle meşguldü. Arada kalan bendim ve ufalanıp yok olmamam bir mucizeydi. Bir yanım diğerine şunu söyleyebilmişti en azından, bunu duyabildim…Şarkıyı değil, o şarkıyı ilk dinlediğin zamanki kendini özlüyorsun. O zamana dokunamadığını anlayınca da, şarkıyı bir daha dinliyorsun.
Şarkılar bizi kucaklayıp bir yere götüreceklerdi bir gün, mutlaka. Orası, belki doğmadan evvel neyi beklediğimizi bilmeden oturduğumuz yerdi, belki de hep hayalini kurduğumuz, hep gitmek istediğimiz fakat neresi olduğu hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı bir bahçeydi. Buna inanıyordum.
Reklam
Sahi iki kişinin el ele tutuşup mutlu mesut dolaşmalarını doğal bir güzellik olarak algılayan bu insanlar, bir başına yürürken gülen birini niye yadırgarlardı? Ne yani, yalnız olmak şuç muydu?
Kış yaklaştıkça, dünyanın büyüyüp kendimin küçüldüğü hissiyatı, eski fotoğraflardaki hüzne denkti; bu hüzün de ölü çocukların hiç bir zaman büyüyemeyecek oldukları gerçeğine...
Kendini ifade edemeyen biri, kendini ifade edemediğini nasıl dile getirebilirdi ?
Allahtan kitaplar, rüyalar, şarkılar, filmler var; yoksa çıldırırdım.
Sahip olduğum her şeyi, içinde huzur bulacağıma emin olduğum bir rüyaya karşılık verebilirdim...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.