Artık derbeder hayatımı ve ondan daha da perişan olan kitaplarımı düzene koydum. Doğrusu evimde arama yapmaya gelen polislere acıyordum; eski bavullar, çuvallar, sandıklar içindeki kitaplarımı karıştırıp her ne arıyorlarsa işte onu ararlarken, çok zahmet çekiyorlardı. Şimdi bütün yazılarımı, kitaplarımı, notlarımı sıraladım, düzenledim, hepsi raflarda düzenli duruyor. Hepsinin fişleri, listesi, yazısı var. En geç haftada bir evimde arama yapmadan duramayan siyasi polisler, bundan sonra elleriyle koymuş gibi, beğendikleri kitaplarımı, seçtikleri yazılarımı alıp götürebilecekler.
Günlerimi de düzenledim. Hafta başı olan pazartesiyi sorguya ayırdım, Istanbul basın savcısı Hicabi’den, sorgu için beni yalnız pazartesi günleri çağırmasını, başka günler çağırıp da programımı bozmamasını rica ederim.
Salı günleri de poliste ifade vermeye gideceğim.
Çarşamba günleri evimde arama yapılabilir. Salı, polisleri kabul günümdür. Başka günler rahatsız etmemelerini rica ederim.
Perşembe, cuma günlerini de mahkemelerdeki yargılanmamla geçirmeye karar verdim.
Cumartesi, pazar günleri de, polisi, savcıyı ve mahkemeleri işsiz bırakmamak için gazete çıkaracağım.
Ölüm hiç aklıma gelmiyor, sanki ölmeyecekmişim gibi... Bigün ölünce arkamdan şöyle söyleyecekler: “Oldukça yetenekli, eli kalem tutar bir adamdı. Eğer polisten, savcıdan, mahkemelerden, arama taramalardan, sorgudan soruşturmadan zaman bulabilseydi, belki yazmaya fırsat kazanıp iyi bir yazar olabilecekti.”
11 Kasım 1948, “Markopaşa”