Olağanüstü hiçbir detay yoktu Alin’le tanışma biçimimizde, hatta yenilik de. Yüzlerce kez tekrarlanmış, sıradan tümcelere eşlik eden görüntüler. Göz kırpması kadar geçen sürelerde belleğe yerleşiveren, toplumsal yanımızın gücünü ortayı koyan doğallığa saklanmış biçimli pozlarımız, ilişki denilen bahçedeki söğüt ağacının dallarına hafıf bir esintiyle yapışmış, hangi görüntüyü verdiğimizi bilmediğimiz portrelerimizden ibaret bir yakınlık, hepsi bu.
“Hepimizin bir faresi vardır, " diyor, "halının altına süpürdüğümüz tozlar gibi gizlemeye çalıştığımız suçlarımızdır bunlar," diyor, "yok mu saymalı, onu yakalamaya mı çalışmalı?" diyor.
Şu dakika senin ne yaptığını merak ediyorum. Arayabilirim. Soluğundan anlayabilirim günün üzerine sinen bulutunu, onun yorgunluğunu ve rengini. Ancak eski zaman fotoğrafıyım biliyorsun. Hangi dönemde olursa olsun, bir öncekinin özlemiyim. Konuşmaya başladığım anda gözlerimin önüne aramızdaki yolun taşları birer birer serilecek, hissediyorum. Oysa, dile dökülmemiş kelimeler, kör bir insanın kavrayışıyla çakıltaşına dokunması ya da parlak güneş ışığının tenine değmesi kadar gerçek, henüz tüketilmemiş.
Çocukken neyi hayal ederdim biliyor musun? Şu ağaca salıncak kursun babam, beni salıncakta sallasın. Öyle hızlı sallasın ki ayaklarım sulara kadar ulaşsın. Uçar gibi, ama her geri döndüğümde babamın eli sırtımda olsun. Ayaklarımı suya değdirip çekeyim.
"...Sarhoş olan yalnız bilinç neyi arar yanı başında; kendini ya da kendine en benzeyeni.Yoksa üretir, olmuyorsa ağlar sadece.Mevsimine göre değişir, baharda sarsılır yer gök, ölü ruhlar canlanır, filizlenir dallar.Hayatın devinmesi bundan başka ne olabilir ki?.."
Peki, büyük kızlar ağlar mı?
Ağlar. Büyük çocuklar, yetişkinler, kadınlar, erkekler, yaşlılar da ağlar. Ama büyük kızlar ağlayınca nedeni sorulmaz; "Ayıp," denir, "büyük kızlar ağlamaz."