Proust, bir resmi görmek için büyük arzu duyan ve bunun üzerine Dresden’e giden bir öğrenci ile karşılaştırır Albertine’i. Oysa Düşes Dresden’e vardığında, herhangi bir arzudan ya da bilgiden yoksun, şaşkınlıktan, sıkıntıdan ve bitkinlikten başka bir şey hissetmeyen zengin bir turist gibi olacaktır.
Burada da görülüyor ki, bir şeye fiziksel olarak sahip olmak takdir etme duygusunun yalnızca bir öğesidir. Eğer zenginler Dresden’e gitmek istedikleri anda gidebilecek kadar, bir giysiyi katalogda görür görmez satın alacak kadar şanslı iseler, çok talihsiz sayılırlar aslında, çünkü zenginlikleri sayesinde arzuları hemen gerçekleşir. Dresden akıllarına gelir gelmez oraya giden bir trene binebilirler, istedikleri bir giysiyi görür görmez onu alıp gardroplarına yerleştirebilirler. Bu nedenle, arzu ile arzunun yerine gelmesi arasında geçen zaman aralığını yaşama fırsatını kaçırırlar. Ayrıcalıklı bir yaşam sürmeyenler ise, bunu yaşar, ilk bakışta pek hoş olmayan bu gecikmenin, Dresdendeki tabloları, şapkaları, gece elbiselerini ve bu akşam müsait olmayan birini tanımak ve onlara derin bir sevgi beslemek gibi bir çok yararını görürler.
Başarılı olmanın büyük sırrı, zihinde canlandırmadır(visualization).
John, zihnimizde yaratacağımız statik bir görüntüyü akılda tutmanın zor olduğunu söylemiş, yarattığımız tablonun içine hareket katmamızı önermişti. Bunu bir örnekle daha iyi anlamak için, şimdi mutfağınızı yeniden imgeleyin ve bu kez kendinizi mutfağa girerken, buzdolabına doğru yürüyüp elinizi dolabın kulpuna koyarken, kapağını açıp içine bakarken, içeride bir şişe su görürken hayal edin. Uzanıp şişeyi tutun. Sanki şişeyi gerçekten tutmuş gibi camın soğukluğunu elinizde hissedebilirsiniz. Bir elinizde şişeyi tutarken diğeriyle de kapağı kapatın. Şimdi mutfağınızı detaylı ve hareketli bir biçimde zihninizde canlandırmış oldunuz. Resmi görmek ve akılda tutmak daha kolay oldu, değil mi?
Hepimizin sandığımızdan daha çok gücü ve
daha fazla olanağı var; zihinde canlandırma
(visualization) ise bu güçlerin en etkililerinden biri.
Bigün, ünlü bir ruh hastalıkları doktoruna yaşlı bir adam gelir,
— Doktor, der, hayatta hiçbişeyden zevk almıyorum, neşelenemiyorum, sevinemiyorum... Ne yapayım?
Doktor, hastayı, pencerenin önüne götürür, karşı duvardaki bir sirk afişini gösterir. Afişte büyük palyaço Grock'un resmi vardır. Hastaya,
— Bir zamanlar, der, ben de sizin gibiydim, hayatta hiçbişeyden tat alamaz olmuştum. Sonra bu palyaçoyu seyre başladım. Her gece onu görmek için sirke gidiyordum. Yavaş yavaş neşem yerine geldi. Siz de öyle yapın... Her gece sirke gidin ve bu palyaçoyu seyredin... Göreceksiniz, hayattan zevk almaya başlayacaksınız...
O zaman hasta,
— Doktor, der, işte o palyaço benim...
25 Mayıs 1915
Bu gece, bugün o kadar top geçti ki yedi-sekiz tren, kırk vagondan ibarettir. Acaba bu harp yazın da bitmeyecek mi? Ya kışa kalır isek? Hepimizde ümid-i necat [kurtuluş ümidi] kesiliyor. Eyvah, buralarda mahvolup gideceğiz! Vatanımızı, ailemizi görmek nasip olmayacak mı? Artık birbirimizi teselli edemiyoruz. Biri düşünür iken
Göktürk Devleti'ni kuran Bumin Kağan'ın küçük oğlu Taspar Kağan (572-581), Çin'de inançları yasaklanan Budacı rahipleri kendi ülkesinde konduruyor ve himaye ediyor. Bunu Budacılığa geçiş olarak görmek zor olabilir ama niyet temelinde görmemek daha zordur. Devletin daha birinci kuşağında böyle bir meyil göze çarpıyor. Bilge
günseli son günlerde öyle bir durumdayım ki bir iki dakika bile aklımı toparlayıp düşünemiyorum sevgilim şeytan bilir nelere takılıyorum neler düşünüyorum günlerdir yatıyorum hastalıktan mı bilmiyorum şimdi biraz düşünebileceğimi hissediyorum ve uzun süredir aklımda yüzen belirsiz bir cismi aydınlatmaya karar verdim evet aklım gene karışmadan
Ankara'ya niçin geldiğimi soruyorsunuz. Önce, Büyük Kurtarıcırnz Cumhurbaşkanı GAZİ Hazretlerini görmek için geldim. Çünkü zamanımızın hemen bütün devlet adamlarını tanımak isterim. Bundan başka, Birinci Dünya Savaşı sıralarında Türkiye'ye gelmiştim. Dostlarım bana daima, ülkenizde beş altı yıl içinde meydana getirilen büyük ve hayrete değer ilerlemelerden ve medeniyet eserlerinden bahsettiler. Bunları yerinde görmek ve incelemek istedim. Ülkenizi ziyaret ederken İtalya'da gördüğüm.bir tabloyu hatırladım: Ünlü bir ressam tarafından yapılan tablonun üzerine bir başka resim yapılmıştı. Fakat genç bir ressam, yeni yapılan resmi kazımış ve altında bulunan gerçek tabloyu meydana çıkarmıştı. Türk Milletinin yeteneklerini, ilerleme ve medeniyete karşı olan kabiliyetlerini temsil eden tablo, sultanlar devrinde, aldatıcı diğer bir resimle örtülmüştü. O BÜYÜK ADAM gelmiş, sonradan yapılan resmi hayret verici bir hünerle kazımış ve Türk Milletinin gerçek yeteneklerini meydana çıkarmıştı. Ağır hasta olan ve sonradan yeni hayat ve kudret kazanan bir milletin manzarasını görmekten daha güzel bir hal düşünülemez. Beni, bilhassa meydana getirilen bu yeni değişiklikler hayrette bıraktı.
_Rüya, gören olmadan da var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Siz yoksunuz ama kozmik bir akıl var. Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir mayadır. Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir.
1851 yılının kış aylarında ve 1852 yılının baharında Ruslar, Çeçenistan'ın nihai işgali için harekete geçti. Vozdivzhenski kalesinden büyük çaplı bir taarruz başlatıldı. Komutan Baryatinski, yeni bir çevreleme taktiği deniyordu. Bir dizi kuşatma manevrası yaparak az sayıda kayıpla zaferler kazanmaya başladı. O döneme kadar
Şamil'in oğlu Cemaleddin esir alınıp St. Petersburg'a getirileli on üç yıl olmuştu. Bu on üç yıl içerisinde Şamil, Zümrüdüanka gibi Ahulgo'nun küllerinden yeniden doğmuş ve Kafkasya'ya hakim olmuştu. Rus askerleri, akın akın bu dev gibi adama saldırmış ancak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu on üç yılda, esir olarak St.
Şamil, bölgeye ilk temsilcisini 1843 yılında göndermişti. 1850 yılında daha güçlü bir ismi, Naip Muhammed Emin'i görevlendirdi. Bu kurnaz adam, aşiretleri birbirine düşürdü. Korkunç bir şiddetle hükmeden Muhammed Emin, bir yandan düzeni sağlama kisvesi altında katliamlara girişiyor, diğer yandan aldığı rüşvetlerle cebini dolduruyordu. En
Görmek tabiata tahakküm etmektir. Dış dünya, ne kadar düşman unsurlarla dolup taşarsa taşsın, zekamızın gözbe beklerimizden boşalan seyyalesiyle ehlileşmeye, mutileşmeye mahkumdur. Hayatımız bakışlarımızdan maddeye iş ler: madde bizimdir. Tabiatla ebedi bir vuslat içinde yaşa yabiliriz. Her bakış dış dünyaya atılan bir bir kementtir. Mekan canavarı, bütün buutlarıyla ehlileşiverir. Gören, hangi hakla yalnızlıktan şikayet edebilir? Mevsimler bütün işveleriyle emrinde, renkler bütün cilveleriyle hizmetindedir. Yıldızlar onun için doğar, çiçekler onun için abideleşir, güneş, kuşların kanadında, onun için, alaimisemanın bü tün nüanslarına geçit resmi yaptırır. Şehrin bütün kadınları onun için giyinip süslenir. Çocukların tebessümü onun içindir.