Birkaç yıl önce, öğle yemeği için sözleştiğimiz halde beni son anda eken bir arkadaşımı beklerken sağanağa yakalanmış, Victoria Caddesi'ndeki McDonald”s'a sığınmak zorunda kalmıştım. Granit duvarları, buzlu camları olan binanın zemin katındaki bu restorana girer girmez ciddi bir atmosfer sarıverdi beni. Bütün müşteriler yalnız oturuyor, gazete okuyarak ya da kahverengi fayanslara boş boş bakarak yemeklerini yiyordu. Lokmalarını aceleyle, kabaca çiğneyen, önlerindeki yemeği hapur hupur mideye indirmekten başka bir şey düşünmeyen bu insanlara bakınca “aşevindekiler bile daha kibarca, daha bir neşeyle yemek yiyordur herhalde” diye düşündüm kendi kendime. Restoran her türlü iyimser düşünceyi ve inancı anlamsız kılacak biçimde dekore edilmişti: Burada, insanların bazen karşılık beklemeden birbirlerine yardım edebileceği, insan ilişkilerinin nadiren de olsa içten olabileceği, hayatın yaşanmaya değer olduğu yolundaki bütün inançlarımı yitirivermiştim. İçeri girende bir huzursuzluk hissi yaratma konusunda gayet başarılıydı bu restoran. Gözü rahatsız eden ışıklandırma, dondurulmuş patatesler devasa fritözlere atılırken çıkan o ses, sipariş almak için birbirini yiyen kasa görevlilerinin arsızlığı, bütün bunlar insanda bir yalnızlık duygusu uyandırıyor, rastlantı sonucu oluşmuş bu vahşi evrende yaşamanın anlamsız olduğunu düşündürüyordu insana. Ortamın yarattığı bu huzursuzlukla başa çıkmanın tek yolu buradaki herkesin yaptığını yapmak, yani yemek yemekti.
Uyanmak bile eziyetti; sanki sıcak , boğucu bir havadan buzlu bir suya girer , rüyasız geçen kapkara bir geceden aniden gündüze yuvarlanarak düşmüştü. Kendisini uyandıran neydi , bilmiyordu . Gün ışığı degildi, zaten gözü yaşlı pencerelerin ardında kasvetli , yağmurlu bir gün doğuyordu. Sadece yukarıdan delice bakışlarıyla duvarda asılı resimlerinden onu seyreden ölülerin olduğu bu yerde herhangi bir ses seda olmadığı için tabi ki gürültü de değildi onu uyandıran. Uyanmıştı ama neden ve niçin uyandığını bilmiyordu ; onu buraya bağlayan veya burada onu cezbeden hiçbir şey yoktu.
Reklam
Ve gecenin değiştiğini gördü. Gökyüzü parıldadı, ince altın rengi hatlarla dolmuştu ve aralarından, karanlığa çakılmış çivilerin başları gibi yıldızlar parlıyordu. Jace dünyanın kıvrımının altından kaydığını gördü ve bir an için bu görüntünün güzelliğine kapıldı. Sonra gökyüzü cam gibi açıldı ve parçalar karanlık şekiller halinde üzerine yağdı. Altı bacaklı atlar hızla koşarak yanından geçerken buzlu bir rüzgar içini kavurdu. Başının üzerinde, gözsüz, deri kanatlı yaratıklar daire çizerek uçuyor, ağızlarından zehirli yeşil bir salya saçarak çığlıklar atıyordu. Jace trabzanın üzerinden eğilip kontrolsüzce kusarken Kılıç hâlâ elindeydi. Altında sular, içinde iblislerle zehirli bir yahni gibi haşlanıyordu. Kaygan siyah dokunaçların aşağıdan çekiştirdiği tabak gibi kanlı gözleriyle kıvranan dikenli yaratıklar gördü. On bacaklı bir su örümceğinin yakaladığı bir denizkızı, çırpınan kuyruğuna saplanan dişlerin acısıyla çığlık attı. Kılıç Jace'in elinden düştü ve takırdayarak güvertede yuvarlandı. Aniden ses ve görüntüler kesildi, sakin gece geri döndü. Jace sıkıca trabzana tutunmuş, inanamayan gözlerle altlarındaki suya bakıyordu. Her yer boştu ve sadece suyun yüzeyi rüzgarla dalgalanıyordu. "Neydi bu?" diye fısıldadı Jace.
Sayfa 311Kitabı okudu
____________________________En çıplak harmana can atmak ancak devşir- mek için kumullarında sürgünün yoktan doğma bir büyük şiir, yoktan olma bir büyük şiir... Vınlayın, ey dünyadaki
Sayfa 82 - YKYKitabı okudu
Kitap yakın arkadaşlarımdan biri. Çocukluğumdan beri. İlkokuldayken, Samsun'daki evimizde benim yatak odamın bir duvarı babamın kitaplığıydı. Sürgülü buzlu camlı kapakları olan bu kitaplığı kurcalamak, en büyük keyiflerimden biriydi. Geceleri odama çekilince, açılırken bisiklet zincirininkini andıran bir ses çıkaran bu kitaplığın sürgülerinden birini usulca açıp rengârenk ciltli kitaplardan, cildini ya da kapak rengini sevdiklerimi çekip çıkarmak, karıştırmak, beni odamdan alıp başka dünyalara götüren büyülü bir yolculuktu.
Sayfa 151Kitabı okudu
Büyücü 1 Zerdüşt, bir kayanın etrafından dolaşınca, az aşağıda ve aynı yol üstünde bir saralı gibi çırpınarak karnının üstüne düşen bir adama rastladı. “Dur!” dedi Zerdüşt kendi kendine. “Yardım isteyen ses bu üstün insandan gelmi olacak. Ona yardım etmek mümkün mü bakayım?” Adamın yattığı yere doğru koşunca, titreyen öküzgözlü bir
Sayfa 228Kitabı okudu
Reklam
24 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.