Üç kez evlenmiş bir erkeğin evlilik hayatını inceleyelim
Hikaye, her defasında aynı olsun: Adam, güzel bir kıza aşk oluyor onunla evleniyor ve kısa bir süre, son derecede mutlu oluyor. Sonra, karısının kendisine özgürlük tanımadığından, ona hükmetme çalıştığından yakınmaya başlıyor. Çatışma ve barışmaların birbirini izlediği bir kaç denemeden
Varoluşu Arayan Hakikat
❁ ❁ ❁
Toplumların bakış açısı, beslenme kalitesi, gündelik alışkanlıkları eko sosyal standartları toplumsal karakter ve algıyı oluşturarak toplumsal kimlik meydana getirir. Zaman içinde değişen şartlarla dostluk ve düşmanlık ilişkileri bu toplumsal kimlikleri uyum ya da çatışmaya itmektedir. Varoluş ile
Yaşadığımız dünya bir engellenmeler dünyasıdır. Toplulukla beraber olabilmek için ölene kadar arzu, istek ve fikirlerimizi kısıtlama/gizleme yoluyla yaşarız. Toplum, en küçük birim olan aileden başlayarak "yusyuvarlak bir boşluğa sığabilmek için köşelerimizi törpüleyebilmek" adına çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Bütünden kopulmaması
İlk kez Hegel tarafından ortaya atılan ve geliştirilen bu kavrama göre yabancılaşma dünya (doğa, eşya, öteki insanlar ve insanın kendisi), çağdaş insana yabancı gelmeye başlamıştır, insanoğlu, artık kendisini, düşünen, hisseden ve seven bir varlık olarak göremiyor ve kendi eylemlerinin bir öznesi rolünde yaşamıyor; fakat kendisini, yarattığı şeylerde ve yaratma gücünün dışavuruk görünümlerinin bir nesnesi olarak görüp algılıyor ve ancak kendi yaratıcılığının ürünlerine teslim olduğu oranda kendisiyle ilişki kurabiliyor.
Yabancılaşan erkek, kadına sırılsıklam âşık olur. Kadın, bu sevdayı önce olumlu karşıladığı halde pekiştirilen bazı kuşkuları yüzünden, sonradan, erkekten uzaklaşır ve onunla ilişkilerini keser. Erkek ise, kendisini intihara kadar sürükleyen bir moral çöküklüğüne, mutsuzluğa kapılır. Onun için artık hayatın bir anlamı kalmamıştır. Bu kararını
Marx'ın "tarihi maddeciliği"nden söz ederken, "materyalizm" sözcüğünü doğru yani felsefi anlamda kullanma zorunluğu vardır. (Ve de, Marx "materyalizm" sözcüğünü hiç mi hiç kullanmamıştır.) Felsefe dilindeki "idealizm" ise fikirlerin "temel bir hakikat'den geldiği, doğduğu ve duyu organlarımızla algıladığımız maddi dünyanın hakikat olmadığı anlamına gelmektedir. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında egemen olan materyalizm akımına göre, gerçek olan, fikirler değil, "madde"dir. Freud'u etkilemiş bulunan bu türden mekanik bir materyalizm kavramına karşı çıkan Marx, madde ile akıl arasındaki nedensel ilişkileri değil de, yaşayan insanların eylem ve hareketlerinin bileşkesi olan bütün olguları görmeye çalışmıştır. Bu konuda Marx şöyle yazmıştır: "Gökyüzü'nden yeryüzüne inen Alman Felsefesi'nin tersine, bizler, Yeryüzü'nden Gökyüzü'ne çıkıyoruz. Öyle ki, yaşayan insana ulaşmak için biz, işe, insanların neler düşündüklerinden, neleri hayal ettiklerinden başlamıyor; aksine, gerçekten etkin insanlardan harekete geçerek ve onların gerçek ve var olan süreçleri üzerinde durarak, ideolojik sistemlerin gelişmesini ve yaşama süreçlerinin sonuçlarını gösteriyoruz.
Sözcüklere tapma veya kavramların putlaştırılması, dini ideolojide olduğu kadar, siyasal ideolojide de tehlikeli bir eğilimdir. Sözcükler, bir olay veya olgu içinde ve sözü söyleyen kişiyle birlikte değerlendirilmelidir. Sözcükler ancak eylemle sözcüğün bütünlüğü içinde bir anlam taşırlar; bunlar arasında bir birlik ve bütünlük yoksa, sözcükler ancak başkalarını ve de kendimizi kandırmaya; aydınlatma ve açıklama yerine, gerçeği gizleyip saklamaya yararlar.
Bastırılmış arzularımızın varlığını reddederken gösterdiğimiz şiddetli tepkiye, Freud "direnme" (resistance) adını vermiştir. Bastırılmış eğilimler ne kadar kuvvetliyse, direnmenin de o kadar şiddetli olması beklenir.
Kişisel ve ortak çıkarlar arasındaki bu uçurum kapanmadıkça, insan tarafından kontrol edilmesi gerektiği halde; gerçekte, onu köleleştiren emeğin, insana yabancı ve karşı bir güç haline gelmesi sürüp gidecektir.
Bütün insanların aynı anatomik ve fizyolojik özelliklere sahip oldugu herkesçe bilinen bir gerçektir. Öyle ki, herhangi bir hekim, ırkı ve ten rengi ne olursa olsun, her hastayı kendi ırkının (toplum ve kültürünün) üyelerine uyguladığı yöntem ve tekniklerle tedavi edebilir. Yani, tıp mesleği ve sanatı evrensel'dir. Fakat insanın psişik(ruhsal) yapı örgütlenmesi için aynı şey söylenebilir mi? İnsanın tabiati evrensel midir? "İnsan'ın tabiatı" diye bir şey var mıdır?
Bu yalnız akademisyenleri ilgilendiren bir sorun değildir. Eğer farklı toplumlara mensup insanların temel psişik ve akli yapıları farklı ise fizyolojik ve anatomik benzerlikler dışında bir "insanlık'tan söz etmek mümkün ve doğru olabilir mi? Eğer "yabancı" bizden tamamen farklı ise, onu nasıl anlayabiliriz? Evrensel bir insan tabiatina ortak olmasaydık, öteki kültürleri, mitolojileri, tiyatroları, sanat yapılarını nasıl kavrayabilirdik?