- Sahte din hocaları ve tüccarları
YALNIZ CUMHURİYET TARİHİNİN DEĞİL Osmanlının DA CANINI SIKMIŞTIR.
- Osmanlı Padişahları din tüccarlarının başlattığı isyanları bastırmışlardır ANCAK çözüm yolunu görememişlerdi...
Bunu gören MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TÜ.
- Osmanlı Halkı Kur'an-ı Kerim'i okuyordu elbet ama onların ana dili Arapça
Ciddi bir şevk ile tahsili gözüne aldı ve bu niyetle nahiyeleri İsparit Ocağı dahilinde bulunan Tağ Köyünde Molla Mehmed Emin Efendi'nin medresesine gitti fakat fazla duramadı.
Hâle-i fitriyeleri icabı, daima izzetini koruması ve hatta amirâne söylenen küçük bir söze dahi tahammül edememesi; medreseden ayrılmasına sebeb oldu. Tekrar
Sufiler Hristiyan ve Yahudi mistisizminden etkilenmişlerdir. Yine kadim paganların geliştirdiği Gnostizm'in tesiri tasavvufi İslam'da barizdir. Hind miskinleri gibi bir lokma, bir hırka ile yaşamayı ifade eden riyâzat İslam'da yoktur. Gazalî'deki, fakirliğin övülmesi, zenginliğin yerilmesi ve dünyanın zemmi ile ilgili bölümler ve hadis diye takdim edilen uydurmalar, bu zihniyetin tezahürüdür. Zengin Müslüman, fakir Müslüman'dan hayırlıdır. Güçlü, sağlıklı Müslüman hasta Müslüman'dan hayırlıdır. Tıpkı; bilgili Müslüman'ın cahil Müslüman'dan hayırlı olduğu gibi. Çünkü kişinin sağlığını koruması farzdır, çalışıp rızkını kazanması farzdır, okuyup ilim sahibi olmanın kadın ve erkeğe farz olması gibi. Zengin Müslüman izzet içinde yaşar. Zekâtını, sadakasını verir. Yoksullara yardım eder. Hacca gider. Muhtaçlara yardım eder. Fakat çalışmayan asalak tipler, beceriksiz, fakir kimseler de düşmanın maskarası, Müslümanların da yüz karasıdır.
Çarşamba şeyhi Mahmud Efendi şöyle der: "Bir mürit mürşidi için 'niye emrediyor, niçin yasaklıyor?' derse mürit olamaz. Çünkü inat ediyor, inatla bu iş olmaz. Nitekim İsmail Hakkı Bursevî buyurdu ki: 'Talebe akıl ve şeriat ölçüsüne göre, hocasından hoş olmayan bir hal görse bile, işlerine sözlerine, hal ve hareketine asla itiraz etmemelidir. Onda gördüğü o davranışı kerih görüp hocasının bu konuda cahil olduğu, hata ettiği gibi su-i zanlarda bulunmamalıdır. Aksine hatayı kendi göz ve idrakinde aramalıdır." Oysa sahabe bile "Ya Resulallah! Bu Allah'tan mıdır, senden midir/senin reyin ile midir?" diye soruyordu. Peygamberin reyi, içtihadı ile verdiği bir karar ise, "bu yanlıştır" diyebiliyorlardı. Çünkü peygamber onları böyle yetiştirmişti.
Zülfü Livaneli’nin okuduğum üçüncü kitabı ve diğer ikisinin aksine bu kitabı pek beğenemedim. Yazarın ilk eserlerinden biri olduğu ve henüz kalemi tam oturmadığı için de olabilir, bilemiyorum. Zülfü Livaneli, kitaplarında Türkiye’de yaşanan birçok sorunlara değinmekte ve sosyal mesajlar vermektedir. Bu kitapta da yönünü doğuya ve ordaki kadın
AK Parti'ye bir “şirket” nazarıyla bakanlar olabilir; partiye, “kar getiren kuruluş”, “ikbal kapısı” mantığıyla yaklaşanlar da olabilir.
Böyle büyük bir siyasi harekete, hele hele iktidardaki bir partiye kimilerinin bu nazarla bakması da gayet tabiidir.
Büyük bir gemiye benzetirseniz AK Parti'yi, dümeninde kaptanı vardır, mürettebatı
Ailenin koyunlarının sürekli artması, elbette ki cahil Kürt köylülerinin Şeyh aracılığıyla cennette bir yer sağlayabilmek için koyunlarını, kuzularını seve seve ona hediye etmelerinin sonucudur. Şeyh, aynı zamanda orada devlettir de. O bakımdan bu hediyeler bir nevi vergi de sayılabilir.
Ama zenginliğin bir başka sebebi ailenin gayet akıllıca ve isabetli evlilikler yapması, kız alıp vermesidir. Bunların sonucu olarak Şeyh Sait'in sadece koyunlarının sayısı çoğalmamış, aynı zamanda nüfuzu da büyümüştür. O şubat ayında, Şeyh Sait'in tesiri, basit bir Nakşibendi büyüğü olduğu halde çok Nakşibendi şeyhininkinden daha geniş ve daha yaygındı. Hınıs'tan ta aşağılara kadar bütün bir bölge, Şeyhi biliyor ve sayıyordu.
Sayfa 38 - Birinci Bölüm: Patlayan Bir Kurşun ve Sonrası | IV- Şeyh Sait Diye Bir AdamKitabı okudu
Aslında TCF, Doğu'daki isyanı o bölgeye karşı iktidarın gösterdiği kayıtsızlığın sonucu sayıyordu. Halkı cahil halde bırakılmış.Doğu illerinin çoğunda hükümet, iktidarsız valilerle birkaç tahrirat katibinden ibaretti. Bu vesileyle bir muhalefet için, Hükümeti tenkit etmek kolaylaşıyordu. Ama TCF aksi yolu tercih etti. Partisi adına bizzat Genel Başkan Kazım Karabekir Paşa konuştu ve dedi ki:
" -Efendiler, dini alet ittihaz ederek mevcudiyeti milliyeyi tehlikeye koyanlar şayanı lanettir. Bu hareket hıyaneti vataniyedir. Şunu cihan bilsin ki, harici ve dahili herhangi bir tehlike muvacehesinde (karşısında) bu vatanın evlatları her vakit, yekvücut bir kütle halinde tehlikenin karşısına dikileceklerdir. Hükümetimize bütün kuvvetimizle müzahiriz (onu destekliyoruz)."
Sayfa 34 - Birinci Bölüm: Patlayan Bir Kurşun ve Sonrası | III - Suyu Bulandıran MuhalefetKitabı okudu
Gülhane Hatt-ı Hümayunundan [1839] önce Osmanlı Devleti, Osman ve Orhan Gazi zamanından beri beyliklerden farklı bir yönetimle idare ediliyordu. Bu idare gayet sağlam ve usta bir idareydi. Allah Teala bu yönetim sayesinde Osmanlı Devletine Ortadoğu ve İslâm dünyasını yönetme imkânı vermişti. Ayrıca Osmanlılar hilafeti de bünyelerine almışlardı.
Etrafına rahatlık yayan neşeli bir oruç tutmaz kişi, bütün yıl boyunca oruç tutan ve kendisinden başkasını düşünmeyen bencil sofudan daha iyidir. Oruç, ihtiyaç sahiplerine yiyecek dağıtan kimseye sevap kazandırır. Bütün gün kendine eziyet edip akşamleyin iftarda başkalarını düşünmeden tıka basa yiyen kişinin orucunun sevabı mı olur?
Hayali bir takvâ ile bir köşeye çekilen cahil zâhit, sonunda iman ile kafirliği birbirine karıştırır. Su ve ayna billur berraklığındadır, ama birinin saflığını diğerinden ayırmak gerek.