Gökyüzü hiç yorulmaz mı koynunda yıldızları taşımaktan
hiç kusmaz mı deniz dibinde büyüttüğü solgun taşlarını
dalgaların çürüttüğü bir baraka gibi kalıyorum kıyıda
bilmiyorum, kim açık bırakıyor her akşam dünyanın kapısını
zaman; duvardan taşlar çeken o büyük usta
ben fırtınaya direnen bir ağaç sanırdım gövdemi
ne kadar da yanılmışım, gövdem benim viranemmiş
içimde açıklarda çürümüş bir geminin hayaleti
her sabah bir cesede bakıyorum sırı dökülmüş bir aynada
... İçerideki boşluğa seslendikçe , büyür insanın kendi sesi. Boşluktandır zan altında kalışı ve kendini bir büyütecin merceğinden izleyişi. Büyük değil , küçüğüz ya hepimiz ve en basitiyiz ya evrenin ...
Kötü şeyler olacak, her şey değişecek ama aslında bir şey yok. Devam! Sana kastı yok hayatın, seninle ilgisi yok bunun. Hayatta başına gelenleri kişiselleştirme.
“Dün.
Öylece yani.
Birdenbire
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma..
Bitmiş, Öylesine yani.
Birdenbire..”