Dazai, her eserinde kendisini yansıtan bir karakter yaratıyor. Burada da Dazai'nin ruhu Naoci'de vücut bulmuş. Politik ve kaotik düzen yorgunu, uyu*turucu ve alkol bağımlısı, yaşamayı zoraki ve yorucu bir işkence gibi algılayan, annesinin şefkati ve sevgisi hürmetine incecik bir iplikle bağlandığı hayata intiharla elveda diyen bir karakter. Naoci'nin veda mektubu yazarın derin bir iç döküşü sanki.
Ve zavallı Kazuko... Romanın başkahramanı. Savaş sonrası kötüleşen maddi durumları, sosyal statü kaybı, annesinin hastalığı, boşanması, bebeğini kaybetmesi ve yıllar sonra çıkıp gelen uyu*turucu bağımlısı bir kardeş... Hepsiyle birden mücadele eden, güçlü bir kadın o.
Anne-kız arasındaki sevgi, saygı, şefkat, bağlılık ve hayranlık o kadar güzel betimleniyor ki... Romanın en can alıcı noktası burasıydı bence.
Yılan, kitapta bütün ölümlerin ve zor günlerin bir sembolü.
Ayrıca Kazuko, toplumsal ahlak anlayışına adeta rest çekerek evli bir adama duyduğu aşkı bir kadının hayata tutunma çabası olarak ifade ediyor.
Tıpkı batan bir güneş gibi küçük bir ailenin vedasının hikayesiydi eser. Her Dazai okuduğumda üzerime büyük bir ağırlık çöküyor. Ama galiba ara sıra o ağırlığı da özlüyorum.