Deniz de gök de kan kırmızıya kesmişti.
Sabah marşlar çalarak Boğaza giren Birleşik Donanmanın gururlu zırhlıları, orta ve küçük savaş
gemileri, torpidobotları, motorları, mayın arama-tarama gemileri Hamilton'un deyişi ile bir cenaze korteji gibi sessizce Çanakkale Boğazı'nı terk ediyorlardı.
Sonunda onlar da yenilginin acı tadını tatmışlardı.
Topçular şükür secdesine kapandılar.
Bu zafer yüzlerce yıllık ezikliğe, emperyalizmi yenilmez sanmaya son veriyordu. Balkan yenilgisinin, Sarıkamış felaketinin, Süveyş fiyaskosunun cesaret kırıcı etkilerini silecekti.
Emperyalistleri, parayı, çeliği, makineyi, barutu, kader sanılan zavallılığı, aşağılık duygusunu, Avrupa önünde emireri gibi durma alışkanlığını yenmişlerdi.
Bu zafer daha büyük, zorlu direnişlerin, atılımların mayası olacaktı. Yurtseverler mutlu bir Türkiye yaratmak için kimi ciddi, kimi çocuksu, hepsi sevgi ürünü tasarılar düşünecek, hayallere dalacak, reçeteler yazacaklardı.
Müstahkem Mevkide, tabya ve bataryalarda, bir Türk geleneği olarak herkes komutanını kutladı.
Rütbelerine göre komutanı kucaklıyor ya da elini öpüyorlardı. Şamatasız, ağırbaşlı, soylu bir kutlamaydı.