«Burada birçoklarımızın garip bir kanaatına da temas etmek isterim. Bu da: «Canım efendim, bizim Yemen'de, Mısır’da, Selânik'te, Manastır'da, Sofya'da ne işimiz vardı?» şeklinde dile getirilen teessüfe sezâ sualdir. Buna karşı: «İngiltere'nin Yemen'de ne işi var? Rusya'nın Almanyada, Çekoslavakya'da, Türkistan’da, Buhara'da, Semerkant'da ne işi var? Amerikanın Viet nam'da ne işi var?» diye sormak herhalde en kestirmesi. Bu devletin tebaası, kendi hükûmetlerine bu suali sormuyolar. Soranlar ise, tabiî ki! «büyük devlet» olmak vasfını hemen kaybeder. Birisi bana bunu sordu, ben de «Neden?» diye karşıladım. O: «Tabiî efendim, Selânik, Sofya, Manastır zaten bizim değildi.» dedi. Ben de «Yahu, buralar, yâni Anadolu neden senin oluyor?! Burada neden duruyorsan orada da onun için vardın. Buralar ne kadar seninse, oralar da o kadar senindi ve hâlâ da senin. Biz Selânik'i İstanbul'dan yüz sene evvel aldık, İstanbul'daki oturuşumuz daha Selânik'teki kalışımıza varmadı. «Anadolu» ismi bile rumcadan geliyor, şark memleketi demek. Bu senin telâkkin bize âit bir koku taşımıyor. Kilise günnüğü kokuyor. Çünkü Avrupa «Buralar senin değil, sen bir nomadsın, Orta Asya'dan geldin, yine oraya git» deyip duruyor. Malazgirt'ten beri yaptığı yüzlerce Haçlı Seferi'yle hep bunu söyledi. Buna, bir de bilir bilmez ve idrâksizce, sen iştirâk etme birader.» dedim. Birşey diyemedi. Biz bu zihniyetteki heriflerin kanaatine takılıp kalsaydık, tarihin en büyük ve kudretli devletini kurup, üç asır cihân hâkimi olmaktan vazgeçtim, buralarda bile kalamazdık.»