“Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü; bilgeliğin ve aptallığın çağıydı. Hem inanç hem de kuşku devriydi. Işığın da asrıydı karanlığın da. Hem umut baharıydı hem de umutsuzluk kışı. Her şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu.”
Haritasız ve dümensiz kalmış, gideceği limanı olmayan bir gemiydi. Kendini akıntıya bırakıp sürüklenmek, en azından hareket etmek, hayatta kalmak demekti ki içini acıtan şey de zaten buydu; yaşamak.
Oldukça etkileyici bir kitap. Konuya değinip spoiler vermeyeceğim. İlk etapta kitabı elinize aldığınızda çok konforlu bir baskı olduğunu hissediyorsunuz. Şömizi de çok hoş. Bu fiziksel konfor hissi okumaya başladığınızda kullanılan dilin konforuyla devam ediyor. Çok akıcı ilerliyor. Bu kadar sade olmasına rağmen bu kadar yoğun duygular hissettiren ve mutlaka okunması gereken nadir kitaplardan.
Çünkü yalnızlık, anılarını ayıklamış, yaşamın yüreğinde biriktirdiği özlem dolu süprüntüleri yakmış, geriye en acı anıları bırakarak onları arıtmış büyütmüş, sonsuzlaştırmıştı.
Kitabı kar yağışlı bir havada yolculuk sırasında tek solukta okudum. Aşkın farklı bir tonunu duygusal acı ve iyi kullanılmış dilin zevki ile birlikte tattıran (çok lezzetli ama acılı bir yemeği ağzın yana yana yemek gibi) harika bir kitap. Özellikle Haloise'ın mektuplarını okurken çok etkileneceksiniz.
Abelard ve HeloiseRonald Duncan · Helikopter Yayınları · 20182,394 okunma