Ben ayla konuşan kızlar kadınlar gördüm. Sıkışmış insanlar her şeyle konuşurlar. Yeter ki insan çaresiz kalmasın. Yağan yağmurla düşen karla, esen yelle konuşur.
"Çaresiz kalınca insan,bir canavardan da beter.Saklamak için heyecanını ve boğmak için utancını!Esin perilerinin sesini kesmek isterseniz eğer,bırakın şu suratı da sıralayın özürleri!"
...
Bir gün var biliyorum
Ama o gün gelmeden
Geldiysek dünyaya
Hangi ihmalin kurbanıyız ki böyle
Takılıp kalmışız çaresiz
Zulmün dikenli
Zulmün zehirli
İnsafsız tellerine…
‘Andolsun incire ve zeytine’
Bir gün var biliyorum
Bir muştu dalga dalga
Yayılacak Filistin’e..
Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.
Belki de ölüm, içe doğru bir patlama olmaktan çok, dışa doğru bir patlamadır ve yaşayarak geliştirdiğimiz (bazılarının “ruh” adını verdiği), kişisel anılar ve pişmanlıklardan, dolayısıyla çaresiz acı çekiş veya görevini yapmanın getirdiği huzur duygusundan da oluşan yazılımın, evrenin çevrintileri ile sevgi arasında bir yerlerde, bıraktığı izdir.
Bugün insanlık âlemi ruhî depremlerin yıkıntıları arasında aciz ve çaresiz bir şekilde çırpınmaktadır.
Nefsanî hastalıklar zirveye ulaşmış, insanlık şehevî bataklıklara battıkça batmıştır. Öyle ki insanlar nefislerinin sarhoşluğu içinde uçurumların eşiğine kadar gelmiş, imanî ve ruhî hazların ebedî saadetinden mahrum kalmışlardır.