Kitap, bir isyan mektubu aslında. Sayfalar boyunca, gelmeyecek yardım için çığlık atan bir adamın sesi yankılanıyor. "Neden bizi korumuyorsun?" diye soruyor yaradana. Biz zalime dur diyemiyoruz, biz kötülüğü engelleyemiyoruz, öyleyse Tanrı neden bunu yapmıyor? Ama belki de sorunun yanıtı Tanrı'nın sessizliğinde saklı.
Mahfuz, insanlığın tüm tarihini, ilahi olan tüm dinleri bir sokağa sığdırmak istiyor. Koca evrende aslında ne kadar küçük olduğumuzu ve binlerce yıldır değişmeyen temel ihtiyacımızı anlatıyor: Huzur. Ne kahramanlara ihtiyacımız var ne de antikahramanlara. Bizim istediğimiz tek şey, tehlike olmadan yaşayabilmek, güvende hissetmek.
Cebalavi, Mahfuz'un eserinde hasta, yaşlı bir adam olarak betimleniyor. O hâlde biz neden ondan medet umuyoruz? Belki de cevap gelmeyen dualarımızı bir kenara bırakıp artık biz bir şeyler yapmalıyız. Peki, ne yapabiliriz? Bu sorunun yanıtını bize Arif veriyor: Bilime ve sanata sarılmalıyız. Zalime dur diyemiyorsak, sanatla protesto edeceğiz. Otoritenin önüne dikilemesek bile, zalimin gördüğü an korkusundan titreyeceği bir şey yaratmalıyız.
Mahfuz'un kendisi de aynı yöntemi kullanıyor: Sanat aracılığıyla insanları bilinçlendiriyor. Romanı yalnızca bir hikâye anlatmak için yazmıyor, aynı zamanda insanlara bir sorumluluk da yükleniyor: Artık biz sorumluyuz hayatımızdan, yaşlı adamı rahat bırakmalıyız, çünkü onun gücü kendine bile yetmiyor. Bu bakış açısıyla baktığımızda, Mahfuz’un eseri de aslında bir protesto aracı haline geliyor.
Cebelavi Sokağı'nın Çocukları Çağdaş Arap Edebiyatı'nın ilk Nobel Ödüllü yazarı Necip Mahfuz'un en tartışmalı romanı. Öyle ki bu romanı nedeniyle yazar hakkında ölüm fetvası bile
"Ölüm fikrini asla kendimden uzaklaştıramıyorum.Ölüm,ölüm hep ölüm.Her an, herhangi bir nedenle veya hiçbir nedeni olmadan gelebilir.Cebalavi nerde ? Şairlerin şarkılarında konu aldığı adamlar nerede ?.."