Okur musunuz bilmem lakin yazdım.
İncelemeye başlamadan önce, felsefi bilgileri bu denli basit ve eğlenceli bir üslup ile kaleme alan Nigel Warburton 'a şükranlarımı iletiyorum :)
* Metnin uzunluğu gözünüzü korkutmasın, madde madde elimden geldiği kadar özetlemeye çalıştım.
Kitabımız kronolojik bir sıraya göre dizilmiş, 40 bölümden oluşuyor.
"Sen kitapları okuyarak kendi yolunu kendi başına buldun. Bundan sonra yalnız kalmayasın diye seni bu akşam kitap okuyan diğer adamlarla tanıştıracağım." (Syf 360).
"Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer olur.(Syf 367)
Çok kıymetli bir hocamızın tavsiyesi üzerine okuduğum, yarı otobiyografik
“Neden distopya türü klasikler sürekli olarak geleceği tahmin edebilme yetisine sahiptir?” diye birçoğumuz bu konu üzerinde kafa yormuşuzdur. Bana kalırsa bu olaya zemin hazırlayan iki klişe metot var aslında. Bunlardan ilki, totaliter rejim tarafından baskı ile toplumun sindirilmeye zorlanmış olması bir diğeri de ilkine nazaran daha masum görünen
SAVAŞ — DEVRİM — AŞK
20.Yüzyıl'ın henüz başları, çarlık emperyalizmi savaşta, halk isyanda. Çarlığın gözü uzakdoğuda, kulağı Petrograd'ta. Kazan fokurdamaya başladı. İşçiler başkaldırdı. Yitik bir devrim, bitik bir çarlık, ortalık karışık, bir de dünya savaşı. Şu gelen örgütlü bir hareketin ayak sesleri, senelerden bin dokuz yüz on yedi*, kızıla