Rüyalarımdaki duvarla karşılaşınca ne yaptım: Onu ne aşabildim, ne yıktım, ne de yıkmaya kalkıştım, sadece çalıyı dolandım. Hep konuşuyorum, birşey yapmaktan kaçınmaktır bu. Edebiyat beni yatıştırıyor; o benim için bir kaçış, iş kaçkını için bir sığınak.
Rilke'nin dediği gibi, bir insana bağımsızlığa ihtiyacı olduğunu anlatmak, sevilene verilebilecek en güzel armağan, onun aklının köşeciğinden bile geçirmediği özgürlüğüdür.
"Yaşadığım falan lâf, hayat kendi bildiğince çekip gidiyor işte. Ve her meyvenin göbeğinde o ölüm düşüncesi ve görünmezdeki endişenin kaçınılmaz çetin cevizi. Kuşkusuz bu dert yok olmuş değil ya insan ondan kolayca yakasını kurtarabilir. Sanki gündüzken geceyi yaşıyorum sanırsınız; gündüz geceyle harman olmuş." Hüznün karanlık güneşi.
İnsanın bizzat kendi ölümünü düşleyip canlandırması mümkün değildir. Öyleyse, bu imkansızı denemekten başka yol yoktur.
İşte bir ip, düğümlenmiş. Düğümü çözüyorum. Ne oldu düğüme, düğüm falan kalmadı mı artık? İşte ip durup duruyor. Aynı iple başka bir düğüm yapılabilir. Düğüm ben, ip ben'im. İpten daha çok düğüm olmalıyım.
İnsanın öldürülmesi en büyük suçtur. Kabil, Habil'i öldürür. Büyüğün büyüğü suç da bu. Ve artık bu böylece sürer gider. Beni öldürmek isteyenin benim düşmanım olduğu gün gibi ortadadır. Öyleyse, o beni öldürmeden ben onu öldürmek zorundayım.
Deliler gibi düşünüyor, onlar gibi konuşuyorum;
Olur olmaz laf ediyor, saçmalıyorum her yerde:
Cehennem gibi kara, gecelerce karanlık olan seni,
Hâlâ pırıl pırıl sanıp, yeminle akladığımdan belli.