Bir adam ve bir at. Tanabay ve Gülsarı... İki farklı yaşam... İkisi de acıyı da sevinci de yaşamış... Bu iki ebedi dost, uzunca bir ayrılık da yaşamış ama hayat onları ömürlerinin sonbaharında yine bir araya getirmiş. Ama bu sefer ikisi de çökmüş ve yaşlanmışlar... O güzel cins yorga attan geriye vücuduna büyük gelen bir kafa, o her görenin tanıdığı yorga gidişinden de geriye zar zor kaldırıp adım attığı sıska bacaklar kalmış.
Gülsarı'nın son çıktığı yolculuğu tamamlayamacağı anlaşılınca, Tanabay onun ölümüne kadar başından ayrılmaz. Bu sürede de geçmişiyle hesaplaşır. Kederlerini, sevinçlerini, hatalarını, doğrularını bir bir hatırına getirir. Gülsarı'nın da hayatının en muhteşem günlerini ve en çileli günlerini de düşünür bu arada. Ama asıl kahraman Tanabay'dır. Bir ömrü ne için harcadım, ne için didindim?, diye kendine sorar.
Aytmatov öyle güzel betimlemeler kullanmış ki Gülsarı rüzgar gibi uçarken Tanabay'ın arkasında da ben oturuyordum sanki. Ona vurdukları zincirler, gemler bana da acı verdi. Hikaye içime işledi, beni de alıp götürdü... Bu arada Kırgız Türklerinin yaşamlarını, geleneklerini de bir o kadar güzel anlatmış. Bu dramatik eserde dostluğu, vefayı, değer verdiğin şeyler, uğruna kendinden bir şeyler feda ettiğin ideallerinden dolayı acı çekmeyi; gözlerim kimi zaman dolu, kimi zaman da içimden, keşke şu aklındakileri de söyleseydin diyerek okudum. Elveda Gülsarı, muhteşem bir kitap..