İnsanın içinde bulunduğu şartlar ve koşullar ne olursa olsun sürekli aynı gerçeğin peşinde olabilmesi ne büyük bir nimet. Hiçbir zaman doğrudan şaşmamak! Mevki ya da statüye aldırmadan, gelip geçici heveslere kapılmadan, maddenin aldatıcı duasına kanmadan, kayaların ortasında ya da Kuştüyü yastıklarda bir kulübe ya da altın ve yakutlarla kaplı bir sarayda, sürekli ama sürekli aynı inançla, aynı istikamete yürümek. Bir pusula olabilmek!
Pusula, kendi istikametini bulduğunda diğer yönleri de rahatlıkla tanımlayabiliyor. Güneyi kuzeyden, doğuyu batıdan ayırabiliyor. İnsanoğlu da hakikatten ayrılmadığı zaman doğruyu yanlıştan ayırt edebiliyor. Halbuki sisli havalarda, dumanlı ufuklarda, yolculuk etmek, insanın gideceği yönü belirleyebilmesi ne kadar da zor. Peki pusula bunu nasıl yapıyor? Çünkü iğne kendini özünü biliyor ve onu arıyor. Mıknatıs kuzeye ait olduğunu ve oradan geldiğini hiçbir zaman unutmuyor. Hava ne kadar sisli, görüş ne kadar kapalı olursa olsun pusula kuzeyi hissediyor, biliyor, onunla bir oluyor.
İnsan da geldiği yeri, özünü, varlığını bilirse gideceği yeri de rahatlıkla görebiliyor. Gözün görmediğini, kulağın duymadığını ruh biliyor, kalp hissediyor. Eğer ruh ve kalp geldikleri yeri unuturlarsa o zaman beden de kayboluyor, şaşırıyor, bocalıyor işte bu yüzden yolunu bulması gereken insan önce kendini bilmeli. İstikameti bilmek; kendini bilmekle; kendini bilmek, yeryüzünü ve evreni anlamakla başlıyor.
Piri Reis
Her şey özünü arar,özünü bulur,özüne döner...İnsanoğlu bedenle başlar,sonra ruhla bütünleşir,yaşama geçer,elbet yaşam da biter sonra beden yine özüne ,toprağa döner.