Saf bir ayna olarak senin önünde durduğumda, uzun süre içime baktın ve kendi yansımanı gördün.
Sonra bana, “Seni seviyorum,” dedin.
Oysa sen, benim içimdeki kendini sevdin.
“Sokağa bir ad verir, tabelayı uygun bir evin dış duvarına asardınız. Tabelada, “Ayak sesleriniz de olmasa, var olmadığınıza sizi neredeyse inandıracak bakışlar sokağı” yazardı. Ayak seslerinize rağmen, harcandığınız mekânlar da vardı. O mekânlara uğramazdınız.”
Ne olmuştu da, “Seninle dünyanın her yerine gelirim,” diyen Müzeyyen, durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı? Hangisi Müzeyyen’di? Ya da Müzeyyen kimdi? İlk tanıdığım kimdi, şimdiki kim?..
Güle, bir ışık huzmesi vurdu. Gül dışındaki her şey, çiçekler, yapraklar, kuşlar, gülün ışığı ile kör oldu, karanlıkta kaldı. Resme, Güle sorma o bilmez adını verdim. Halıyı bir ucundan yaktım. Ateş usul usul yürüyorken, resmi kendi haline bıraktım.