Hiroşima'daki nükleer patlamadan sonra üzerindeki giysilerin deseni kadınların tenine nakşolmuş, derler. Binlerce hikâye duydum ama hiçbiri bu kadar dokunaklı gelmedi bana. Neden biliyor musun? Kadının giysisinin üzerindeki desen onun ruhundaki şenliğin bir işareti değil mi? Bu dünyada kadınlar için o kadar az imtiyaz alanı var ki. Belki de bunların en güzeli, iç açıcı desenleri olan giysiler giyebilme hakkıdır. Erkeğe "ayıp" görülüp de kadına bahşedilen nadir zarafettir. İri güller, kır çiçekleri, gelincikler, zambaklar, stilize çiçekler geleneksel kadınsılığın en iddialı simgesi değil mi? Bir vahşet ateşi, bir eril şiddet yıldırımı o neşeli motifi yakarak, lanetli bir dövme gibi kadının tenine işliyor.
Bir kadının sayısız kez bıçaklanarak öldürülüşünü izledim geçen gün. "Yardım edin" yakarışının perde perde soluşunu dinledim. O soğukkanlı kocanın bıçağını çekip kadının üzerine yürümesiyle birlikte orada bulunan herkesin nasıl ustaca sıvıştığına tanık oldum. Sonra da sustum. Tıpkı giysilerdeki çiçek motiflerinin ateşle tene nakşolması gibi, kadınlığın feryatları hepimizin ruhuna ateşle oyuluyor. Kadının kaybettiği bir savaşta kimsenin kazanma şansı yoktur. Yalnızca izliyoruz. "Ölüyorum, yardım edin" diye feryat eden bir kadının öldürülüşünü izlemekle ölüyoruz. Öldürülen her kadınla biraz da erkekliğimiz ölüyor. Ve biz susuyoruz. Kimseye söyleyecek bir sözümüz yok. Kimseye susacak bir sözümüz bile yok. Kendi kendimize susuyoruz.
Kendi kendine susana da deli denir mi?
Sizce kaç yaşındadır ataerkil dünya? İnsan(oğlu) dediğin hangi yüzyıldan itibaren daha eşitlikçi yaşamaya başlamıştır ya da başlar?
Erkeklerin savaşı, erkeklerin siyaseti, erkeklerin tarihi...
Kadın? Çoğu defa atlatılmış, unutulmuş, itilmiş, kakılmış...
Bir gün yeryüzünün tüm ülkelerinde kadın sokağa çıkarken arkasına bakma ihtiyacı
Aylar öncesinde bu kitaba inceleme yazmak istediğimde sadece bunları yazabilmiştim. "Nereden başlayacağımı bilmiyorum, ne anlatacağımı bilmiyorum, nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Jack London'un Martin Eden'inden sonra ilk defa bu kadar kararlı bir kişilik gördüm. İlk defa felsefesinden hiçbir şekilde taviz vermeyen bir adam
Bu yazı ne bir ağıttır ne bir sitem, bu yazı bir utançtır...
Küçüklüğümden beri bende kalan bir alışkanlık vardır herhalde annem yüzünden. Okula beni geç kaldırınca sadece ekmek ve domates verirdi "hızlıca ye, bir yudum çay da iç hemen git okuluna," derdi. Şimdilerde de kısa bir vaktim varsa bir şey için, ekmek arası domates yapıp
''Kişinin içinde yaşadığı topluma karşı duyduğu hoşnutsuzluğun neden olduğu daha iyi yaşam arzusudur ütopya.''*
Utopia, Thomas More'un kendi ''ideal devlet''ini oluşturduğu, içinde birçok tartışmalı konu barındıran, yeni bir türe ismini veren, önemli bir kitaptır. Utopia'da More, hem kendi
“Sana her zaman o kadar güvendim ve o kadar güveniyorum ki bu zorlukları, yüklendiği ağır yükün altından kalkarak yeneceğini inanıyorum. Romanını doğacak çocuğumu bekler gibi bekliyorum.”
Nazım Hikmet Ran
DİKKAT: İncelememde söz sanatları, ahenkli konuşmalar, vurucu cümleler, falanlar filanlardan ziyade, Kuyucaklı Yusuf’un asıl hikayesini,
Bu kitabın kaderini değiştirecek okur olmak dileğiyle..
Uzun zamandır okuduğum kitaplara inceleme yazmıyordum. Kendi yazdıklarıma tam manasıyla inceleme de demem. Yorum denebilir. Gamze Arslan ödüllü bir yazar olmasına rağmen 1k’da çok fazla bilinmiyor. Yeni yazarlara ön yargıyla yaklaşmaktan kaynaklanıyor sanırım. Bu sıra dışı yazarı tanıtmak
> Nasıl, gününüz güzel geçiyor mu? Ankara bugün güzel bir Mayıs sabahına merhaba dediyse de, hava az biraz serinledi ve yerini ılıman yağmurlu bir havaya bıraktı. Ben ne mi yapıyorum? Gene birlikteyiz ve şu anda dün akşam başlamış olduğum,
Bir yanılgının, binlerce yenilgiden daha keskin olduğunu gördüğünde eve dönmek isteyeceksin ama ev; kapı duvar olacak. Ve sen, bildiğin denizlerde yeniden boğulacaksın. Aşina yüzler el olacak, ve yalnızlığı şah damarında hissedeceksin. Sonra geçecek. Her şey geçer, bilirsin.
Ve sonra yolun tam ortasında ayaklarının dermanı kesilecek, dizlerinin