Tugay'ın yüzünde gülümseme oluştu. "Sevgili avukat," diye mırıldandı Tugay ona doğru bakarken. "Gelecekte görüşmek üzere."
Eftalya bunu elbette ki duymadı ve kağıttan uçağa yeniden baktığında üzerindeki bir cümleyle karşılaştı. Elli beşinci sayfa, birinci paragraf.
Tugay için bu Bir İdam Mahkumunun Son Günü'ne aitti fakat Eftalya bunu hiçbir zaman bilmeyecekti.
Bir gün Tugay onunla bunu paylaşana dek
∆∆∆∆∆
"Sana kitaplar getirmemi istemediğine emin misin?"
Tugay'ın yüzündeki o ciddiyet yok oldu, gülümsedi ve gardiyanlardan bir tanesi dış kapıyı açtığında buz gibi soğuk hava yüzüme çarptı. Sırtımı arabaya doğru döndüğümde o direkt olarak gökyüzüne baktı ama çoktan hava kararmıştı, yine güneşi ve gökyüzünü görememişti. "Ben sana bir kitap önersem sevgili avukatım?" dedi gözlerini kısarak. Gardiyanlar çekiştirdi ama Tugay, dimdik durmaya devam etti.
"Nedir?"
"Bir İdam Mahkumunun Son Günü," dedi Tugay hem gülümseyerek, hem de hüzünle. "Benim için oku, beni gör."
"Tugay," dedim boğazıma bir yumru otururken. "Bunu yapma, idam edilmeyeceksin, seni kurtaracağım."
Tugay, kelepçeli ellerini kaldırdı, gardiyanları umursamadan önüme gelen saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı ardından "İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri, bir saç teliyle koparabileceğini sanır," diye mırıldandı "Sayfa elli beş birinci paragraf.Oku, sevgili avukatım. Oku, bak ben o satırlardayı
Ama bu ciddiyet ve ağırbaşlılığın altında, bu kederin altında, bir çocuğun küçük, masum yüzü seçiliyordu; yüzünde alabildiğine naif, oturmamış, genç bir ifade vardı ve sanki sessizce merhamet diliyordu.
“…sevmesini bunlar biliyor. Susarak sevmesini. Erkek susar, kadın da. “Beni seviyor musun?"lar yok. "Daha mı az, daha mı çok?"lar yok. Maziden ve istikbalden şüpheler yok. Emniyet yüzde yüz. Fedakârlık bitirmiş. "Ben seninim, sen de benim.” O kadar. “Sözlüyüm” diyorlar. Bitti. İki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. Sessiz. Aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. Mutfakta bir tıkırtı İclal, Mustafa'nın çorbasını pişiriyor. Hep onu düşünüyor. Yirmi sene, elli sene hep onu düşünecek. Mustafa eşikte görünüyor. Sessiz. Dil dökmüyor. Dil olmayan yerde yalan olur mu? Onun bir İclali var. Dünya o. Mağrur, susuyor. Vazife saati. İclal daha çorbayı pişiriyor. Ne ciddiyet! Sevmesini bunlar biliyor. Bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur. …
“Bu sanat ciddiyet isterdi: Çünkü kitaplarda gördüğü bütün dâhi ressamlar, onların portrelerini her ne kadar daha az yetenekli olanlar yaptılarsa da, asık suratlı ve nemrut görünüşlülerdi”