Artık yaşamaktan öte bir seçim kalmıyor bana
Kanımda tortu hâlinde umutlar dolaşıyor
Kalbim,acılarla seyrelen bir elek olarak
Yine kırgın, kimsesiz, dünyayla dalaşıyor.
Yok bana bir durak, bana soluk yok.
Yağmur beni dürtmek için düşüyor saçlarıma
Beynim, değirmenim, soruları öğütenim.
Hep sonunda seni avuçlarıma almak
Kağıt kalem şiir, kağıt
Bitiriyorum burada
Boğazımda patlamamış bir çığlık
Bağırmak, ağlamak yok artık
Uzun bir şiirin dizelerini bir bir yaşadım
Uzun bir şiir oldu hayatım
Ben niye kimselerin ağlamadığı yerlerde ağladım?
Kopardığım çiçeklerden niye hep kan fışkırdı?
Ben sokağa çıktığımda kapılar kapanır,
Anneler içeri çekerlerdi çocuklarını
Irmak aktı denize, yaprak toprağa düştü
Bana çakıl taşları, bana kuru dallar kaldı.
Bitiriyorum burada.
Artık hiçbir şey sorma.
bağrışırlar avaz avaz kara sokakta.
ırmak gider soluk alır sokağın ucunda, kıyılarda,
kayan bir yıldız pencereden atılan şu izmarit.
boyuna bağrışırlar avaz avaz kara sokakta.
yeter artık, yeter, kesin sesinizi!
öf be, patlayacağız, bu ne ağır gece!
bir çığlık yaklaşır, yanımıza vardı varacak.
ama söner gider tam dokunacakken bize.
dünyânın bir yerinde,
bir asker kaçağı,
dibinde bir yamacın,
anlatmaya çalışır nöbetçilere derdini.
ama nöbetçiler anlamazlar askerin dilinden.
ey, yüreğimde hep ölüme doğan isa!
asıl intihar
gün gün yaşamakta
ey, yüreğimde hep ölüme doğan isa!
haydi, yeniden çarmıha geril
bu son ölümün olsun
ve bir daha doğma!
Kapıdaki gazeteyi alıp kahvaltıya oturmuştum ki telefon çaldı. Arayan Nuri'ydi. Ağlıyordu, güçlükle konuşuyordu.
"Niyazi," diyordu yalnızca.
Benim küçük memur evim birden alev aldı. Salonun ortasında öylece ayakta duruyordum; tutuşmuştum, yanıyordum. Göğsümün üstüne kocaman bir kaya düşmüştü sanki. Çatırdıyordum, bir gemi gibi batıyordum. Allah, Peygamber, hiçbir kurtarıcı yoktu çevremde. Yalnızca Niyazi vardı; oğlum... Koltuğa oturmuş kitap okuyordu. Az sonra ayağa kalkıyor, kemanına el atıyordu.
"Baba, kötü çalmıyorum, değil mi?" "Çalmıyorsun oğlum... Ama daha iyi çalanlar var, biliyorsun..."
Halının üstünde karmakarışık şekiller vardı. Yılanlar, ejderhalar, köpek dişleri... Dört duvar dört pençe gibi içimi yırtıyordu. Münevver'in yağlıboyaları çığlık atıyorlardı. Pencerem boşluğa açılıyordu. Niyazi az önce atlayıp gitmişti.
İzmir'deki evde Gülizar karşıladı beni. Birlikte hastaneye gittik; Niyazi morgdaydı. Münevver'e sakinleştirici vermişlerdi: bir hasta odasında uyuyordu. Yüzü bembeyazdı.
Her şey böyle oldu.
Okula gitmek için arkadaşlarıyla semt meydanındaki kahvede buluşmuşlar. Bir otomobilden ateş açılınca dışarı çıkıp kaçışmışlar. Nereye? Daracık bir sokağa... Benim solcu oğlumu orada vurmuşlar..