Üniversitesiyle, konservatuarıyla, müzeleriyle, gazeteleriyle, neşir müesseseleriyle şüphe yok ki, memlekette en münevver sayılan şehir İstanbul'dur. İstanbul'un da yegâne kitap ve gazete çarşısı bu caddedir: Bâbıâli yokuşu!
Adam haklı, terzinin kütüphanesi mi olurmuş? Manav kitap mı okurmuş? Memur, her ay birkaç kitap almak için maaşından belli bir miktar para mı ayırırmış? Yazarlığın meslek kabul edilmediği bir ülkede, böyle şeylerin lüks görülmesi doğru değil mi? "Kalemimle geçiniyorum” sözünün, "kalem tüccarı" olarak anlaşıldığı bir memlekette kitabın lüzumundan bahsetmek, körler ülkesinde mum satmak sayılmaz mı?
Evet, iç dünyaları aydınlık olanlar, seher vaktinin güzelliğini doya doya yaşarlar. Uykuyla uzun süreli mukavele imzalayanlar ise, bu nimetten mahrum kalırlar. Unutmayalım, mahrûmiyet ile mahcûbiyet ikiz kardeştir.
Harika bir üslubun ortaya çıkması için mânâ ile lafzın mükemmel bir izdivaçda bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde bir taraf eksik kalır, ya ifrat veya tefrit ortaya çıkar.