Gözlerini kapadı. "Yok olacağız, yok olacağız. Yırtın kitaplarımı, yakın kitaplarımı, temizleyin, parçalayın, süpürün. Tabutları yerlerinden çıkarın, yakın, kurtulun. Öldürün bizi, ah, öldürün çünkü biz geceyarısının kasvetli şatolarıyız, rüzgârda sallanan ağlarız, kaçışan örümcekleriz; ve gıcırdayan kapılarız, panjurların çarpışıyız, biz öylesine uçsuz bucaksız bir karanlığız ki on milyon gecenin karan- lığını tek bir beyin hücresinde muhafaza edebiliriz. Cinayet işlenmiş yatak odalarına gömülmüş yürekleriz biz, yer tahtalarının altında parlayan yürekler... Biz şıkırdayan zincirleriz, tülden peçeleriz ve uzun zaman önce ölmüş büyülü ve sevimli hanımefendilerin, şatonun büyük merdivenlerinde yüzen, uçuşan, fısıldayan, inleyen, rüzgârlı kokularıyız. Biz Maymun Pençesi'yiz, dehliz mezarda köpürdeyen Amontillado fıçısıyız, harçla örülmüş tuğla duvarız, Üç Dilek'iz. Biz pelerinli adamız, cam gözüz, kanlı ağızız, sivri azı dişiyiz, damarlı kanadız, soğuk karanlık gökyüzündeki sonbahar
yaprağıyız, sabahleyin kırağı çalmış beyaz postunu parlatan kurduz, biz dünyaya geri gelmeyecek eski günleriz, biz kan bürümüş vahşi gözüz, aniden beliren bıçağız ve tabancayız. Vahşi ve karanlık olan her şeyiz biz. İnleyen rüzgârlarız, hüzünle düşen kar tanecikleriyiz. Doğayı alev alev, mavi, melankolik bir dumanla kasıp kavuran ekim ayıyız biz. Mezartaşlarıyla dolu tepeleriz, mermerlere kazınmış isimleriz, doğum ve ölüm yıllarıyız biz. Tıkırtıyla açılan tabutuz ve geceleyin atılan çığlığız biz."