Reisin, şahitten ziyade suçluya yaraştırırcasına sorduğu ilk sual:
— Gençlik sizin aleyhinize; ne dersiniz?...
— Hangi gençlik? Mahalle aralarında bando mızıka geçerken önünde ve arkasında giden sümüklü kopillere eşit meydan yerlerini doldurucu zamane çocukları mı? Yoksa 32 dişini birbirine gömmüş ve her biri bir köşeye çekilmiş ıstırapla susan, milyonluk, mukaddesatçı Anadolu gençliği mi? Bunlardan hangisi benim aleyhimde, hangisi lehimde söyleyeyim mi?
—Hayır, söylemeyiniz!
Ruhumuz, bir yer, bir iklim, bir âlem tanıyor ve yalnız onu özlüyor. Gerçek Vatan da odur; ruhun vatanı... Yine ruhumuzun bir tarafı yalnız burayı görüyor, istiyor, ve sâf ruhun hasretine simsiyah bir yokluk diye bakıyor ve çıldırıyor. Bütün ihtilâf da bu yüzden kopuyor.
Burada her şey eksik ve kopuk; orada her şey tamam ve yekparedir. Mefkûrevî kemal âleminden sanki bir paraşütle buralara düştük ve her şeyi unuttuk. Yalnız içimizde kıvılcım kadar bir şey, bir hatıra, bir ahenk, bir bilgi kaldı. Cihan patlar, feza kül olur, yokluk erir, varlık uçar, fakat bu kıvılcım sönmez. Dâva, işte bu kıvılcımı üfleyip onun yangınını, fert ve cemiyet yangınını çıkarabilmekte...