Genellikle, Mekkî sûrelerin âyetleri kısa ve serîdir; hareket ve çırpınış halinde olup vicdanları tahrik eder. Medeni âyetler ise çoğunlukla uzun ve yavaş hareketli olup vicdanları tahrikten ziyâde, tefekkür ve teemmüle teşvik eder. Her ne kadar bu genel kaidenin azımsanmayacak kadar istisnası varsa da çoğunluk böyledir. Sözgelimi, Medenî olan Ahzab süresi, Mekki sürelerden, ses tonuyla veya âyetlerinin uzunluğuyla değil, konusuyla ayırt edilebilir. Fakat Medenî olan Zilzal süresi'nin, konu ve ses tonu bakımından Mekkî sürelerden ayırt edilmesi mümkün değildir.
Güve; aşksız, ruhsuz bir ilim adamını, Pervane ise aşık bir Arif'i tasvir eder.
Güve pervaneye imrenerek şöyle der:
""" İbn-i Sina'nın kitapları içine yerleştim Farabi'nin eserlerini gördüm. Lakin bu hayatta felsefesini bir türlü anlayamadım. Kâbusu çıkılmaz sokakların hazin bir yolculuk oldum. Bir güneşim yok ki günlerimi aydınlatsın! ""
Pervâne ona şöyle cevap verir:
""" Ben bu aşk için kanatlarımı yaktım. Hayatı daha canlı kılan, çırpınış ve muhabbetlerdir; hayatı kanatlandıran da aşktır! """
O’nun birinci ismi, isimler sultânıdır;
Her ânın, her mekânın, her cânın cânânıdır.
Kur’ân’da ilk âyetin, başlangıç kelâmıdır,
Her zerre “ALLAH” diye, O’nu söyler durmadan..
Vârettiği herşeyi, ayırdetmeden gören,
Her şeye adâletle, hayır ve rahmet veren,
Her mahlûkâ acıyan, ve çâreler gönderen,
Sonsuz merhametiyle, âleme RAHMÂN dır
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi, kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların.
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden öfkeden
Üstümüze bir
Bundan dolayıdır ki, marifetullah'a yükselemeyen ve Allah'ı zikretmeyen kâfir ve gafil kalbler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalb huzuru, gönül huzuru veya "cemiyyet-i dil" denilen mutluluğu tadamaz. Huzur bulamaz, çırpınır da durur. Üstelik bu çırpınış bir aşk neşvesinin uyandırdığı vuslat heyecanı da değildir, geçici sebeplerin, boş emellerin sarsılıp yıkılışından kaynaklanan bir hicran acısıdır ki, "Allah" demedikçe sürekli olarak devam eder gider.
"Ey vâris! Sakın ha, arkadaşının aldandığı gibi sen de şeytanın mazeretlerine aldanma! Bu mal sana helâlinden geldi. Sakın ha sırtına vebâl alma! Zekâtını vermeyen bir adamın malı bu! Dikkat et.! Kıyamet günü, sıkıntı ve çırpınış günüdür. Sizden birinin kıyamette uğrayacağı en büyük zarar, kendi kazancının kendi hesabına değil de, başkasının hesabına yazılması, başkasının terazisini doldurmasıdır. Düşünün bakalım, o zaman durum ne olacak? Bir adam ki, Allah ona mal verdi ve infak etmesini emretti. Ama o açgözlü ve cimri davranarak, bir kenara yığdığı malı vârisine bıraktı. Böylece kendi malı başkasanın sevap terazisinde işleme konulmuş oldu. Artık tevbe için çok geç, dualar makbul değildir."
BİR YAZ GÜNÜ HÂTIRASI
Demek on yıl geçmiş. Ne çabuk! Atsız'ı ilk tanıdığım günden itibaren, gençlik senelerimi alabildiğine dolduran bir coşkunun sarhoşluğu ile geçmiş on yıl! Ülkü uğrunda her fedakârlığın karşılıksız, seve seve yapıldığı delikanlılık çağı... Erişilmesi muhakkak, muhakkak, muhakkak gerekli ve aynı zamanda yıldızlar kadar
Bu bir bardak suda koparılan fırtınadır. 64 Türkiyesinde Babeuf bir sarhoşun kopardığı nâra. Babeuf korkulan adam, umacı. Kafasıyla değil, aksiyonuyla büyük, kavgasıyla büyük.
Zaten yazdığı için asılmadı. Batı'nın bizde korumaya kalktığı fikir hürriyeti mi? Hayır! Sabahattin Bey. Sabahattin Bey dâvası olan bir adam değil, her telden çalan bir