Mademki bu hayatta sarı saçlarını onlarla ıslatacak bir merhametli kalp yoktu, bu gözyaşlarını mezarında bulacaktı; sema, kızına ağlayan bir anne matemiyle ağır ağır, yavaş yavaş, gözyaşlarını serperken o, mezarında, ruhuyla bunları içecekti, bu ölmüş genç kızın renksiz dudakları mesut bir tebessümle tazelik bulacaktı; sonra, kim bilir, belki mezarların karanlık yollarından, o toprakların altında gizli siyah dehlizlerden bir ölü, annesi, beyaz kefenleriyle sürüklene sürüklene, tırnaklarıyla toprakları deşe deşe, yol açacak, geceleri kızını yalnız bırakmamak için onun yanına gelecek, dudaklarıyla saçlarının arasında kulağını arayacak ve başkalarına, hayattakilere işittirmemek için yavaş bir sesle "Nihal'im! Benim minimini Nihal'im!” diyecek, “işte ben, yalnız ben sana hak veriyorum.” Evet, minimini Nihal'e yalnız o hak verecekti.