"Gönlünün toprağında kendiliğinden bitmiş hiçbir çiçek açmıyor, hiçbir dal zorlamadan meyve vermiyordu."
Herkese selamlar, tek bir sayfasında bile sıkılmadığım ,her cümlesini iliklerime kadar hissettiğim o klasik ile karşınızdayım..
Jane Eyre'nin küçük yaşta ailesini kaybetmesi ve dayısının evinde sığıntı gibi yaşamasıyla başlıyor kitap. Bunun üzerine yatılı bir okuldan mürebbiye olarak mezun olduktan sonra hayatının aşkıyla tanışacağı evde iş bulmasıyla hikaye akmaya başlar..
Karşılıklı ama çok uzun sürede birbirine açılan çiftimizin yaşadığı olaylar, düğün günü onları bekleyen sürpriz ve açığa çıkmayı bekleyen sırlar... Su gibi akan zorlu ama mutlu biten (mutluluk için verilecek çok sınav olsa da) bir hikaye ile karşılaşıyoruz.
Elizabeth Dönemi İngilteresi'ni ve kadının konumunu çok güzel bir şekilde görüyoruz kitapta. Ayrıca yazarımız romantizm akımını oldukça net bir şekilde bizlere hissettiriyor bu kitapta.
"Benim gözümle görmüyorlar onu, onlardan biri değil o, bana benziyor bundan emindim. Ona ruhça yakın, tanıdık buluyorum kendimi."
Yer yer aşıkların arasındaki muhabbet beni içine çekmedi ama bunun sebebinin farklı kültürler,farklı dönemler ,farklı edebiyatlar olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca kitabı tam da Çalıkuşu izlediğim dönemde okumam büyük bir tesadüf oldu. Feride ve Jane Eyre karakterini birbirine çok benzettim. Acıları,meslekleri,yaşadıkları ve sonları..