Ruhu...önce ruhunu sevmiştim.merhametle doluydu ruhu en çok...sonra gözleri.her bakışı anlam yüklü, içinde ormanların ve göğün gizli olduğu gözleri.dünyam kırpışan kirpiklerinin zamanlamasına göre dönüyordu sanki.bazen utangaç, bazen cesur, bazen korkan her ifadesini ezberlediğim yüzü güle benziyordu.mimiklerini ölçerken o çocuksu pembeliğin yaklaştığı anı sezer, “şimdi güle benzeyecek” der ve o anı beklerdim.hiç soğumayan sıcacık elleri.ellerim üşüdüğünde ve cebime sakladığımda biranda bir sıcaklık hissederim.onun o hiç soğumayan sıcacık ellerinden biri montumun cebinde belirirdi.sonra “diğeri de üşümesin ama.” diyip diğer yanıma gelir, diğer eli diğer cebimde belirirdi.annenizin kızartıp önünüze koyduğu sıcacık ekmek vardır ya huzur kokan, işte elleri de öyle huzurluydu.ama başımı ona yasladığım zamanki huzuru hiç bir ana benzetmedim.onun tanımlanmasını yapamadım bile.ne aklım ne kalbim o huzur şöyleydi diye anlatamadı.ben şimdi yine burada “hasrette” buldum kendimi cancağızım, acaba sen ne yapıyorsundur şimdi?