Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Serhat Akdeniz yazdı... EFELYA ROMAN İNCELEME Bugüne kadar belki kimse bu kadar iyi anlatamadı diye başlamak istiyorum. Adına "aşk" dediğimiz bu "ruhsarı yangın telepatiyi". Okumaya başlayıp biraz ilerlediğinizde "abanoz ağacını delmeye çalışan bir ağaçkakan" gibi nefesinizi kesecek. Roman'ın
"Anladınız mı beni? Çarmıhtakine karşı Dionyssos..."
Bugüne değin “doğru” (Wahrheit) dedikleri ne varsa yalanın en kötüsü, en iki yüzlüce, en iğrendirici biçimi olarak açığa çıkarılmıştır: o kutsal “sözde neden”, insanlığı d ü z e l t m e k , gerçekte yaşamın iliğini, kanını emecek bir kandırmaca olarak töre bir kan emicilik olarak ortaya çıkarılmıştır: Törenin ne olduğunu bulan, onunla birlikte
Ecrasez l'infame! : Ezin alçağı! (Voltaire'in kiliseyi kastederek söylediği söz.)Kitabı okudu
Reklam
Tinin üç dönüşümünü anlatacağım size: Tinin deveye, devenin aslana ve son olarak da aslanın çocuğa dönüşmesini. Güçlü, dayanıklı, içinde derin bir saygı barındıran tinin pek çok ağır yükü vardır: ağırı ve en ağırı ister onun gücü. Nedir ağır olan? diye sorar dayanıklı tin, sonra diz çöker bir deve gibi ve iyice yüklenmek ister. Kibrini kırmak için alçalmak değil midir? Kendi bilgeliğiyle alay etmek için kendi budalalığını açığa vurmak değil midir? Yoksa: zaferini kutladığı sırada davamızdan ayrılmak mıdır? Ya da sınayanı sınamak için yüksek dağlara tırmanmak mı? Yoksa: bilginin meyveleri ve otlarıyla beslenmek ve hakikat uğruna gönlünü aç bırakmak mı? Yoksa: hasta olmak ve teselliye gelenleri evlerine gönderip, ne istediğini asla duymayan sağırları dost edinmek midir?
Çoğu insan sadece, umurumda de­ğil, der. Bazıları, çok da tın diyor. Bir tek Morgenthaler var çok da tıntırıtın diyen.
Sayfa 105Kitabı okudu
Çünkü ben ona, bir şeye bakıldığı gibi bakmam, onu kendi yerinde saptamam, bakışım onda Varlık'ın halelerinde gibi gezmektedir, ben onu gördüğümden çok ona göre ya da onunla birlikte görmekteyimdir.
Madde, bedenler, ya da güruh -ki bunlar süreksizdir-, süreklinin yerini -ki bu da Tin'dir- ancak onu yok ettikten sonra alabilirler. Bu yok etme, bilinen yöntem­lerle ve az ya da çok kah dişlileri olan makinelerle, kendi benini koruma içgüdüsünün az veya çok güçlü olmasına bağlı olarak sağlanır.
Reklam
Bekâret üzerine:
Kızışmış bir kadının rüyalarına girmektense, bir katilin eline düşmek daha iyi değil mi? … Bakın şu adamlara: gözlerinden belli-bir kadının yanında yatmaktan daha iyi bir şey bildikleri yok yeryüzünde. … Kimilerine göre erdemdir bekaret, ama bir kusurdur kimilerine göre de. … Nasıl da ustalıkla bilir bu şehvet denen dişi köpek bir parça tin dilenmesini, bir parça et esirgendiğinde kendisinden!” … Oysa ben güvenmiyorum dişi köpeğinize. Çok zalim gözleriniz var bence ve şehvetle bakıyorsunuz açı çekenlere. … Kime zor geliyorsa bekâret tavsiye edilmemelidir ona: böylece düşmesin cehennem yoluna - çamura ve ruhun kızışmasına.”:::!!!
Duyu veya Tinin Özgürleşmesine karşı Egoizm
Bugün bile bağlılık kavramını ifade eden "Religion [din]" kelimesi kullanılmaktadır. Din Bizim içimizi doldurduğu sürece Biz gerçekten ona bağlı olmaya devam ederiz. Ama acaba tinin de bağlılığından söz edilebilir mi? Tam tersine, o özgürdür, kendinin efendisidir, bizim tinimiz değil, mutlaktır. Bu bakımdan religion kelimesinin en doğru ve yerinde karşılığı "tin özgürlüğü" olmalıydı! Duygularını özgür bırakmış insana nasıl "şehvanî, nefsinin esiri" deniyorsa, aynı şekilde tini özgür insan da religiös [sofu, bağnaz] sayılmalıdır. Biri hazlarına, zevk veren duyularına bağlıdır, diğeri tinine. Demek ki dinin Ben ile olan ilişkisi bağlılık ya da religio'dur. Ben bağlıyım. Dinin tin ile ilişkisi ise özgürlüktür. Tin özgürdür ya da tin özgürlüğüne sahiptir. Pek çoğumuz duyularımızın keyfine, hazzına kapılıp özgürce ve bağımsızca hareket etmemizin Bize nelere mâlolduğunu deneyimlerle yaşamışızdır: Ama özgür tinin, o muhteşem tinselliğin, tinsel konulara duyulan coşkulu ilginin ve bu değerli mücevheri daha başka hangi adlarla anarsak analım, onun Bizi, düşebileceğimiz en yakışıksız durumdan çok daha ıstırap verici sıkıntılara soktuğunu kimse fark etmez ve zaten bilinçli bir egoist olmaksızın fark edemez de.
Dinde Metafizik kavramların nesneleştirilmesinin terki
Sen hiç hayalet gördün mü? "Hayır, Ben görmedim. Ama ninem görmüş." İşte, Benim de durumum böyle: Ben şimdiye kadar hiç hayalet görmedim, ama ninem onların her an ayaklarına dolandığından söz eder. Biz de ninemizin yalan söylemeyeceğine inanarak, hayaletlerin varlığını kabul ederiz. Ama bizim dedelerimiz de yok muydu? Ve onlar,
Benliğin içine alınan ve kutsallaştırılan Öz kavramı
Bir değişiklik olsun diye, bizim dışımızdaki "Tanrısal olanı" kendi içimize yerleştirsek, acaba ne kazanırız? İçimizde olan Biz miyiz? Dışımızdaki olmadığımız gibi, içimizdeki de değiliz. Ben nasıl yüreğim değilsem, yüreğimin sevgilisi olan "öteki Ben" de değilim. İçimizde barınan tin olmadığımızdandır ki, tini dışımızda bir yere koymamız gerekti: Bu nedenle tinin, bizimle aynı şey olmayıp, bizimle birlikte tek varlık hâline gelmediğini ve bizim dışımızda, ötemizde, öbür dünyada varolduğunu düşündük. Feuerbach, çaresizliğin verdiği güçle Hıristiyanlığın tüm içeriğine sarlır: Ama onu kaldırıp atmak için değil, hayır, onu kendine çekmek, o özleneni, daima uzaklarda duranı son bir gayretle gökyüzünden çekip alarak sonsuza dek kendi yanında tutmak için.... Bu, çaresiz bir insanın son gayreti, ölüm kalım savaşı değil midir? Aynı zamanda da bir Hıristiyan'ın öbür dünyaya duyduğu arzu ve özlem değil midir? Kahraman, öbür dünyaya geçeceğine, öbür dünyayı kendine çekmek ve dünyevileşmeye zorlamak istiyor! O günden beri de bütün dünva -az va da çok bilinçli olarak- aslolan "bu dünyadır" ve cennet yeryüzüne insin, burada yaşansın diye haykırıp durmuyor mu?
Reklam
Viktorya dönemi doktor ve bilim adamlarının cinsellik ideolojisinde yaratığı devrime tanık olmuştur. İlk kez kadınların cinsel haz ve istek duymadıkları ileri sürülmüştür. Bir çok doktor cinsel haz alma yetisinin erkeklere özgü olduğunu iddia etmiş ve kadınlar için tamamıyla uygunsuz olduğuna karar vermiştir. Kadınlarda cinsel uyarılma büyük bir
Sayfa 56 - Ailenin Anlaşılmasında Patriarkanın Önemi
İnsanı büyük yapan onun bir amaç değil, bir köprü olmasıdır: insanın sevilebilecek yanı bir öteye-geçiş ve bir batış olmasıdır. Severim batmaktan başka bir yaşam bilmeyenleri, çünkü öte tarafa geçenlerdir onlar. Severim büyük aşağılayanları, çünkü bunlardır büyük hürmetkârlar ve öteki kıyıya duyulan özlemin okları. Severim mahvolmak ve kurban
Nietzsche'cim bitirmişsin sen bizi ama yine haklısın :D
❝Akıllandık artık. Her bakımdan daha alçakgönüllü ol­duk. İnsanı artık "tin" den, "Tanrısallık" tan türetmiyo­ruz. Onu hayvanların arasındaki yerine geri koyduk. En güçlü hayvandır o bizim için, çünkü en kurnazıdır: bunun bir sonucudur tinselliği. Öte yandan, burada da dile gel­mek isteyen bir kendini beğenmişlikten koruyoruz kendimizi: sanki insan, hayvanların gelişmesinin büyük art niyetiymiş gibi. Hiç de yaratıcının tacı değildir o; her var­lık, onun yanında, eşit bir yetkinlik basamağında durur... Bunu savlamakla da çok şey savlamış oluyoruz: İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hay­vandır, içgüdülerinden en tehlikeli biçimde uzaklaşmış olan hayvan - tabii, bütün bunlarla, aynı zamanda hay­vanların en ilginci.❞
Stoacılar
Kinikler, İ.Ö. 300 civarında Atina'da ortaya çıkan stoacı felsefe için çok önemliydi. Bu yeni akımın temellerini aslen Kıbrıslı olup bir deniz kazasından sonra Atina'ya yerleşen ve kiniklere katılan Zenon atmıştır. Kendini dinlemeye gelenleri sütunlu bir yolda topluyordu Zenon. Stoacılık adı da, Yunanca "sütunlu yol" demek olan
Sayfa 150Kitabı okudu
449 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.