Geldi yanaklarımı tuttu, gözlerime bakmaya çalıştı. Birden ağlamaya başladım, gözlerimden, burnumdan değil en uzak yerlerimden, çok derinlerden ağlamaya başladım.
Martı Jonathan sanki havada patladı ve tıpkı betona çarpar gibi denize çakıldı.
Kendine geldiğinde neredeyse akşam olmuştu ve o, ay ışığında, okyanusun üstünde, dalgalara kapılmış sürükleniyordu. Perişan bir hale gelen kanatları kurşun gibi ağırdı, fakat ona asıl ağır gelen şey başarısızlığıydı. Keşke bu ağırlık onu yavaşça dibe çekmeye yetseydi ve her şey bir anda sona eriverseydi.
Dibe doğru yavaş yavaş batarken içinde derinlerden gelen, yabancı bir ses işitti: Hiçbir çıkış yolu yok. Ben bir martıyım ve doğamla sınırlıyım. Eğer uçuş hakkında daha çok şey öğrenmem gerekseydi, beyin yerine uçuş haritalarım olurdu. Daha hızlı uçabilmem içinse bir şahininki gibi kısa kanatlarım olmalıydı ve ben balıkla değil fareyle beslenmeliydim. Babam haklı. Tüm bu saçmalıkları unutmalıyım. Sürüme geri dönmeli, neysem o olmalı, sınırları belli zavallı bir martı olarak kalmalıyım.
Ses giderek zayıfladı ve yok oldu, Jonathan sesin dediği her şeyi kabullenmişti. Hava karardıktan sonra bir martının yeri sahildir. Jonathan o andan itibaren normal bir martı olmaya karar verdi.
Her ne kadar kitabın arka kapağında herşeye "karşı" bir adam olarak gösterilse de C., aslında bunun da kendi içinde nedenleri olduğu anlaşılıyor. Evet Bay C. . İsme ihtiyacı var mıdır bir karakterin? Üstelik karakterin kendisi bile isimlere bu denli takılmamıza karşı iken? Bir karşıcılığın öykü değildir aslında Aylak Adam, bu karşıcılığın nedenlerinin öyküsüdür. Her ne kadar kitabın başları çok yabancı da gelse alışıyoruz Aylak Adam'a, Aylak'lığa. Aylak'lığın gerçekten de zor meslek olduğunu anlıyoruz, kitaptaki C.'nin arkadaşı olan çoğu kişi anlamasa bile. Sonuç olarak bu kitabı okuduktan sonra dünyaya bakış açınızın değişip değişmeyeceğini bilemem fakat sizleri ta derinlerden sarsacak bir kitap bu. Kimilerini Aylak'lığa özendiren kimilerini ise yarım bıraktıran bir kitap.
Son not: Aylaklık: En zor meslek.
Aylak AdamYusuf Atılgan · Can Yayınları · 201959,6bin okunma
Bu andan sonra dünya gitgide uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, tam yok
olmaya yüz tutmuşken Zehra bir ses duymaya başlıyor.
Sağ yanağını ısıtan mermerin altından gelen, yumuşak, tekdüze,
inlemeyle yakınma arası ama ne dediği anlaşılmayan, boğuk bir ses bu.
Elbette boğuk olacak, çünkü çok derinlerden geliyor gibi.
Zehra bir süre sonra bu sesin
I.
Göğün karanlık denizlerinde yelkenlerini şişiriyor ay
Ülkeme bakıyorum uzayıp giden bir gecede
Suskun ve boynu bükük yalnızlığında bir sokağın.
Elimde henüz açmamış bir gül var
Ve boşanmayı bekleyen bir konuşma isteği dilimde
Perdeleri çekilmiş, kapıları sürgülenmiş evlerde
Yaşayıp giderken halkım.
Rüzgara bırakılmış bir mumun
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu birgün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
Alabildiğine bir deniz
Alabildiğine kum
İçim ürpertilerle dolu
Karanlık denizlerin ortasında
Seni
Yalnızlığımla, göğüs kafesimin terasında randevulaştım yine.
Yanı başımızda ise; sensizliğim...
Çok uzakta değiliz yani!...
Karanlığımızdaki cılız, titrek ışıklarla dertleşme faslı bizimkisi..
Bırakın bizi ince belli, kristal bardakla baş başa.
Mümkünse;
Anason koksun süt beyaz renginde,
Kımıldamasın bir yere..
Aylardan
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu birgün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
Alabildiğine bir deniz
Alabildiğine kum
İçim ürpertilerle dolu
Karanlık denizlerin ortasında
Seni