6 )Sözel judo: eleştiri ateşi altında olduğunuzda karşılık vermeyi öğrenin değersizlik hissinizin nedeninin süregiden de öz eleştirileriniz olduğunu öğreniyorsunuz Bu durum sürekli kendinize nutuk çektiğiniz ve sertt gerçekçi olmayan bir şekilde zulmettiğiniz üzücü bir iç konuşma şeklini alır Genellikle öz eleştiriniz başka birinin sert bir
Sayfa 143
Nutuk Artık Tabu Olmaktan Çıkartılmalıdır!
Türkiye'nin yakın tarih alanındaki tabularından biri, belki den başlıcası Nutuk'tur. 15-20 Ekim 1927 günlerinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafindan CHP Kongresi'nde okunan Nutuk, Kongre GenelKurulu tarafından "tamamen ve harfiyen tasvip edilmiş". böyleceTek Parti'nin tek "temel eseri" ilan
Sayfa 48 - TimaşKitabı okudu
Reklam
“Taggart Transcontinental’dan ayrıldığından beri neler yaptın?” diye sordu. “Eh, pek çok şey.” “Şimdi nerede çalışıyorsun?” “Özel görevdeyim, bir bakıma.” “Ne tür?” “Her tür.” “Bir demiryolu şirketinde değilsin, değil mi?” “Hayır” Sözcüğün keskinliği ve kısalığı, onu tam açıklamalı bir cümle kadar anlamlı kılıyordu. Dagny amacının anlaşılmış
Sayfa 506 - PegasusKitabı okudu
Hayatınıza ne kadar sahip çıkabiliyorsunuz? Hayatınızın hoşunuza giden veya gitmeyen tüm unsurlarına "bunlar bana ait" diyebiliyor musunuz? Nelere bu anlamda sahip çıkmak daha kolay ve nelere daha zor? Seçimlerinize sahip çıkabiliyor musunuz? Hangi durumlarda yan çiziyorsunuz? Hangi durumlarda herhangi bir seçim yapma şansınız yokmuş gibi davranıyorsunuz? Ölümle beraber sonlanacağını bile bile anlamlı yaşamak mümkün mü sizin için? Nasıl? Sürü ahlakından sıyrılıp kendi değerlerinizi ne kadar oluşturabildiniz? Hangi konularda bunu yapmak daha kolayken hangi konularda daha çok zorlanıyorsunuz? Ve en önemlisi, bu soruları cevaplarken ve genel anlamda kendinize karşı ne kadar dürüstsünüz?
Sayfa 147Kitabı okudu
Chambord Kontu (V. Henri) olayını hatırlıyor musunuz? Bu da bir kral, lejitimist [iktidarın meşruluğunu soya dayandıran monarşi taraftarı]... İspanya'da Don Carlos'un yaptığı gibi, o da aynı dönemde Fransa'da iktidar arayışına girmişti. Hatta birbirlerini aynı aileden, aynı kökten sayabilirler, ama ne kadar farklı! Biri inançlarına
Sayfa 296 - 297, 298, 299,300, 301,302,303Yapı Kredi Yayınları
_Her şey algıdır. Herhangi bir şeyi itici ya da çekici kılan tamamen senin zihnindir. Karar veren faktör sensin. _Zihin, aldatıcıdır. Gerçekte ikilem yoktur. Gerçekte sorun yoktur. Hiç olmamıştır, hiç olmayacaktır. Zihinde sorunlar vardır ve sen gerçekliğe zihnin aracılığıyla bakarsın. Böylece gerçeklik sorunlu olur. _Sağlıksız bir zihinle ne
Reklam
* Bir toplumda adalet duygusu incinir, iyi ve dürüstler iltifat görmez, kötü ve namussuzlar cezalandırılmaz ise, toplumsal bir depresyon sökün eder. *Yırtıcılğın, hodbinliğin, bencilliğin öne çıktığı ve bildik erdemlerin değer kaybına uğradığı bir gösteri çağında yaşıyoruz. Zamanımızın gözetim toplumu, seyretmeye ve seyredilmeye her şeyden daha
İrade bir eylemi arzulama, benimseme ve seçme yetisidir, ama bu güç, düşünme, anlama, yorumlama yetisinden bağımsız olarak işlemez. Bir şeyi, iyi olduğunu düşündüğümüz için isteriz. Bu iyi, bireysel olanı aşan, bireyin uğruna kendisini feda ettiği bir toplumsal iyi de olabilir. Bir şeyin iyi olduğunu düşünmek ve onu istemek de iradenin ve düşünme kapasitesinin belli şekillerde belirlenmesini gerektirir. Örneğin söylemler çok etkilidir. Çeşitli söylemler irademizi belirlemek için rekabet edebilirler; ikna olmak zihinde bir söylemin diğerine galebe çalmasıdır. Söylemler Michel Foucault' ya göre söylem/iktidar rejimleridir. Foucault bu söylemsel belirlenimi özneyi üreten olarak kurguluyor. İktidarın özneyi sadece denetlemediğini, ürettiğini öne sürdüğü için Foucault'nun düşüncesi hakkındaki tartışmaların önemli bir kısmı modem öznenin ölümüyle ilgilidir. Lacan bunu dilbilim ve psikanalizi bir araya getiren bir yapısalcılıkta temellendirerek konuşan öznenin sembolik düzen içerisinde bir konum alarak konuşan özne olabileceğini vurgular. Sembolik sisteme girmeden önce ne arzunun ne de konuşmanın öznesiyizdir. Kendimizi konuşan özneler, sözümüzün sahibi, yaratıcısı sanabiliriz ama aslında dil, bilinçdışı bizi konuşuyor olabilir; benim arzum dediğim şey dildeki kişisel olmayan, anonim Öteki tarafından kaçırılabilir. Benim arzum mu, konuşan ben miyim soruları bu yüzden tabii ki her zaman sorulması gerekli ve anlamlı sorulardır.
Sayfa 261Kitabı okudu
Aşağılık hergeleler. Vanka aciz olabilir ama sizden çok daha insan.
Sonra alışkanlığı olduğu üzere sonu olmayan şarkısını mırıldanarak olay yerinden uzaklaştı. Ekiptekiler bu olaydan şaşkına dönerek: “Şeytanın tekiymiş!” diye haykırdılar. “Laptev ne kadar geniş göğüslü, sağlıklı ve neşeli bir adamdı, bir de öbürüne bak, enkaz gibi bir adam!” “Gördünüz mü,” dedi Osip Dede, “adamın söyledikleri doğ- ru…
Sayfa 313
_Rüya, gören olmadan da var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Siz yoksunuz ama kozmik bir akıl var. Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir mayadır. Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir.
Reklam
Isabel gerçeğin farkındaydı. Winter’ın aşkına layık değildi. O da bunu günün birinde anlayacaktı fakat o zaman da... Hiçbir ses duymadı ama bir hareketin varlığını sezdi, sanki odasının içindeki hava hareket etmiş gibi, başka bir insanın sıcaklığını hissetti. Isabel gözlerini açtı. Oradaydı, elinde tek bir mumla yatağı­ nın ayakucunda
Sayfa 314
_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye. _İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda
Kafkasya'daki savaşın niteliği değişiyordu. Mu­hafız Alayı'ndan çok sayıda parlak genç asker, düzenli Güney Ordusu'na ve dertlerinden kurtulmak ya da vakit geçirmek için onlarla birlikte savaşan sürgünlere ve paralı askerlere katıldı. Yeni gelen askerler, savaşın gidişatını derinden etkileyecekti. Or­dunun tam teçhizatlı olmasına
Kendime şaşıyorum, kendimi düş kırıklığına uğrattım, kendimden memnunum. Dertliyim, yitiğim ve coşkuluyum. Bunların tümüyüm. Bunların toplamının ne olduğunu da bilmiyorum. Mutlak bir değeri ya da değersizliği saptama niteliğim yok. Kendimle ve yaşamımla ilgili bir yargım da. Tümüyle emin olduğum hiçbir şey yok. Tümüyle inandığım bir şey de gerçekten yok. Tek bildiğim, doğduğum ve var olduğum. Bana sürüklendim gibi geliyor. Bilmediğim bir şeyin temelinin üzerinde varlığımı sürdürüyorum ama tüm bu belirsizliklere karşın, tüm varoluşun sağlam bir temele dayandığını ve onun bende de sürdüğünü hissedebiliyorum. Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı. Anlamsızlık tümüyle baskın çıksaydı, gelişmek için attığımız her adımda, yaşamın anlamı büyük bir oranda değerini yitirirdi. Ama böyle değil ya da bana öyle geliyor. Büyük olasılıkla, tüm metafizik sorunsallarda olduğu gibi her ikisi de doğru. Yaşam anlam ve anlamsızlık demek ya da yaşamda anlamlar ve anlamsızlıklar var. Anlamın ağır basıp zaferi kazanmasını kaygılı bir umutla yürekten istiyorum.
Bir alaturka radyo kanalı aramıştım, tam da kalın mekanik ruhuma, telâşıma, ivecenliğime uygun bir şarkı söylüyordu yeniyetme, düz, hafif içten pazarlıklı bir ses. "Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden" diye, aşina sözleri olan. Birden bir gülme tutturmuştum kendi kendime. Düşünemiyordum, bu sevgili nerede, bu adam niye sandala binmiş de böyle işi gücü sermiş, aheste, zahmetli bir uğraşa bulaşmış. Belli ki kıyıda evi olan ve kendisinden belki haberi bile olmayan sevgilisinin evinin önünden geçti. Peki, "sevgili" onu gördü mü, görüp, ah mı çekti. Merak etmiştim, kentin kıyı mahallelerinden, varoşlardan geçiyordum, daha hakiki, durmuş oturmuş kente ulaşmaya çok vardı, bir kamyonetin arkasına yanaşmış, durmuştum, telefonda şarkının sözlerine bakmıştım. Şiiri bütün olarak okuyunca, daha anlamlı bir öykü gibi görünmüştü. Belli ki gece âlem yapmışlar ve adamı çağırmamışlar, o da ne yapsın üşenmemiş, sabaha karşı sandalla sahildeki evin önünden geçip, âlem yapanların kahkahalarını dinlemiş. Başımı kaldırınca, kamyonetten koliler indirip ardiye gibi yere taşıyan adamların pis pis bana baktıklarını görmüştüm. Biri sakallı, öteki ikisi kirli sakalları olan, karanlık yüzlü adamlar. Korkmuştum, hemen arabayı çalıştırıp uzaklaşmıştım. Her gün bin tane cinayet, soygun, çete, terör, gasp haberi izlemenin etkisi demiştim.
Sayfa 110 - PazartesiKitabı okudu
232 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.