Emanet kitabı, ilk sayfasindan son sayfasına kadar elimden düşürmeden iki günde bitirdiğim nadir kitaplardan biri oldu. Bu iki gün içinde, ben, Yokuşlu Köyü'nde, Dağlıca Konağı'nda Cihan Köşkü'nde yaşadım sanki. Kah Berhan oldum, kah Cemile oldum, kah Mevsim oldum, kah Cihan oldum. Hepsinin hikayesi kendi içinde farklı duygular yaşattı bana. .
Berhan ile Mevsim'in saf ve masum aşkını, Cemile'nin Berhan'a olan sahiplenici ve sonsuz sevgisini, Cihan'ın hiçbir yere ait olamayışının verdiği isyanı ve tıpkı annesi Mevsim'in yaşadığı aşkın bir benzeri olarak Yıldız'a tutulmasını yeri geldi gururla yeri geldi gözlerimde yaşlarla okudum. Mihriye Dağlıca'nın sırf töreler ve kurallar diye oğlunun hayatını harcamasına sinir olurken, para-pul-aile-şevkat hiçbir şeye sahip olmadığı halde o küçücük yüreği ile gerçek kadın ve anne olan Mevsim'i hem çok sevdim hem de yaşadıklarına çok üzüldüm. Aşık olduğu adamın kalbinde başka bir yıllanmış sevda varken herşeye saygı göstererek, beklentisiz sadece seven Cemile ise olgunluğu ile beni mest etti. Son sözü Cihan için söylemek istiyorum. Küçücük yaşında neler yaşamak zorunda kalmış, ne acılar tatmış olmasına rağmen tüm içindeki hesaplaşmaları bir kenara bırakarak babasına ve kendisine şans vermesini ayakta alkışladım.
.
Bu güzel hikayeyi böyle bir sonla bitirdiği için mutlu olurken son sayfadaki "yazarın notu" bana şu sözü hatırlattı. Yüreğini yakan felaketler varsa yangınını söndürecek mucizeler de vardır elbet. .