Merhabalar,
Bugün bir ayrılık kitabından bahsedeceğiz. Kitap ana karakterimizin büyük aşkından ayrılmasıyla başlıyor. Ondan sonra bir kadının ayrılık acısını yazarak atma sürecini izliyoruz. Bu akış bana o kadar tanıdık ki. Ben de zamanında atlatmak için böyle mektuplar yazmıştım. Tek fark ben bu kadar fazla yazmadım ama benim mektuplarımda bile o büyük unutmanın adım adım izleri görünebiliyor. O yüzden çok tanıdık ve çok gerçek geldi bana anlatılanlar. Büyük aşkını unutma çabasının gelgitlerini. Bi çok özleyip bi seni dövesim var Osman modunu. En sonunda da artık ben huzura kavuştum tüm yaşananlar için teşekkür ederim diyebilmeyi yazmış yazar. Büyük bir ayrılığın altından nasıl kalkılır anlatmış. Tavsiye de ederim yazarak bazı duyguları anlayıp atlatmayı. Başarılı bir regülasyon yöntemi oluyor.
Edebi anlamda başarılı mı gerçekten bilemedim. Okuyan herkes çok övmüş. Basit anlatımlı kolay okunabilen bir kitap ama buna edebi kalite denir mi emin olamıyorum.
Eğer taze bir aşk acısı sürecinden geçmiyorsanız keyifle okunabilecek bir kitap ancak bazı şeyler fazla tazeyse yaklaşmayın derim. Kitabın gerçekliği tetikleyici olabilir.
Keyifli okumalar
Not: Kitaba bugün başlayıp bugün bitirdim(benim gibi kitaplarla bi süre zaman geçirmeyi günlere yaymayı seven biri olarak bu çok büyük bir şey) , çerezlik mis gibi aktı gitti
Ay buna da incelemeyi İngilizce yazmışım. Yine çeviri aracı kullandım ve sadece üstün körü okudum. Yazım dilinin garipliği mazur görün.
Bu kitabı okumaya başlamak gerçekten zordu. Camorra'dan nefret ederdim, Remo'dan nefret ederdim. Hâlâ da sevmiyorum. Bu yüzden Fabiano'nun kitabını yıllar önce Camorra Günlükleri'nin bir
Şermin Yaşar'ın kalemini bilenler bilir, içimizden biri karşımızda konuşuyor gibidir.Bu kitap yine bu üslupla yazılmış, okurken bu olaylar sanki karşı komşumuzun evinde yaşanmış gibi hissettim. O kadar içten, o kadar yakın... Bir roman olarak yazılmış olmasına karşın bende yine öykü kitabı hissi uyandırdı. Bunun nedeni belki de dediğim gibi üslubuydu. Çok merak ettiğim ve almak için sabırsızlandığım bu eser aile bağları dışarıdan sağlam gibi görünen ama aslında içten çok kopuk olan 3 erkek kardeşin hayatından yola çıkarak kaleme alınmış. Eşleri, aile yapıları muazzam tanıdık... Kitabın sonu ters köşeydi, baştan bu 3 çocuğun annelerine aşırı kızsam da sonrasında çok hak verdim. Yaşanılan şeyler kolay hazmedilecek türden değildi, sonu ters köşe olan bir kitaptı. Ve sanırım ben karakterlerden en çok Nurten'e üzüldüm. Şunu bir kez daha farkettim ki; eş seçimlerimizde ya da hayatımıza aldığ ımız sevgililerimizde tamamen yarası yaramıza denk olan, hayatta hemen hemen aynı yollarda yürümüş, yaklaşık olarak aynı acıları çekmiş birilerini seçiyoruz. Yarası tanıdık olan daha güven veriyor. Farkına varabilirsekte birbirimizi onarıp hayatı daha güzel yaşıyor, acılarımızı iyileştiriyoruz. Farkına varamazsak da daha çok kanatıp acıtıyor, birbirimizden kopuyoruz.
Her daim güzele niyet edip, onarabilmek ve çiçekli yollarda yürüyebilmemiz dileğiyle...
Okumanızı tavsiye ediyorum...
MÜTHİŞ BİR TREN
Kıraathanenin camları önüne oturmuşlardı. İki arkadaştılar. Nargilelerinin marpuçlarını emerek susuyorlardı. Zayıf olan, lülenin ateşini nargilenin kehribar ağızlığıyla düzeltti. Bir-iki nefes daha çekti. Marpucu sardı. Nargileyi önünden itti. Bu, yüzü karanlık, karışık bir adamdı. Kalın kaşları vardı. Bu kaşların altında
HAVUZ BAŞI
Beyazıt Havuzu'nun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünüyorum: Belki, bir geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alamet
Daha önce adını hiç duymadığım bir yazar, tamamen tesadüfen kitaplığıma girmiş bir kitap. Ve muhtemelen içeriğini çok kısa bir süre sonra unutacağım o yüzden bir inceleme yazmak istedim. Kitap başlarda vermek istediği mesajdan çok uzaktı. İlk yarısında konunun nereye bağlanacağını anlamadığım için okumam uzun sürdü. Ama son çeyrekte ana karakteri
#AgotaKristof ‘dan okuduğum ilk kitap #ÖnemiYok ; yazarın 1956 yılındaki zorunlu göçünün ardından hayallerinden, çocukluğundan ilhamla yazdığı yirmi beş öyküden oluşan tuhaf,rahatsız edici, absürt ve bir o kadar da dokunaklı bir kitap. Yerinden yurdundan ayrı kalmışlığını, aidiyet duygusundan yoksunluğunu, hayata karşı umudunun olmayışını,
Ben bu kitabı aylar önce almıştım ama üzerine yüzlerce kitap aldım ve onlarca kitap okudum. O yüzden okumak için kitaplığımdan aldığımda konusu , yazarı ya da kişileri hakkında bir fikrim kalmamıştı . İlk sayfalarda yazarın kalemi bana tanıdık geldi ve biraz bakınca çok sevdiğim 4n1k'nın yazarı olduğunu gördüm . Devam ettikçe kitaba tutuldum
Mutlu olma arayışı, yeni bir şey değil. Belki de binlerce yıldır insanların peşinden koştuğu bir gizem. Bundan dolayı günümüzde de bu yolda olan insanlar için birçok öneri, birçok yol var. Her yerde karşına çıkan reklamlar, satın aldıkça mutlu olacağını, dolaylı yoldan iddia ediyor. Aldığın kıyafetler seni ilgi çekici, bindiğin araba, taktığın saat saygıdeğer, geridönüşüm malzemelerinden yapılmış defterin seni çevreye duyarlı birisi yapıyor. Bir şeyler alarak, seni, kafandaki mutlu insan şablonuna ulaştıracak ekipmanları tamamlamaya çalışıyorsun. Satın aldıkça bir süre mutlu oluyorsun. Kafandaki mutlu insan şablonunu bir süreliğine yaşıyorsun. Evde akşam vakti otururken, sonunda herkesin bulduğu o mutluluk sırrını keşfettiğini düşünüyorsun. Dudaklarında müstehzi bir gülümseme, iç rahatlığıyla yatağına gidiyorsun, uykuya dalıyorsun. Ertesi sabah uyandığında, içinde çok tanıdık ama tatsız bir his var; yine olmadı diyorsun. Hemen satın aldığın şeye yöneliyorsun ama satın aldığın şeyin sadece bir eşya olduğunu fark ediyorsun.
"...
Bense kendimi savunuyorum hâlâ. Kalbimin dışarı sarktığını ve cellatlarım benden şimdi el çekseler bile, artık yaşayamayacağımı bildiğim halde kendimi savunuyorum. Geçti, yok bir şey, diyorum kendime; ama benim içimde de, beni her şeyden uzaklaştırıp ayırmaya başlayan bir şeyler geçtiği için, o adamı anlayabildim. Can çekişen bir adam için, artık kimseyi tanımıyordu, dediklerinde ne kadar da ürperirdim. O zaman yastıklardan kalkan kimsesiz bir yüz tasarlıyordum; tanıdık bir şey arıyordu, eskiden gördüğü bir şeyi arıyordu, ama yoktu ortalarda bir şey. Korkum bu kadar büyük olmasa, her şeyi başka türlü görmek ve yine de yaşamak mümkündür, diye kendimi avuturdum. Ama korkuyorum, bu değişimden müthiş korkuyorum. Bana iyi görünen bu dünyaya henüz hiç de alışamamıştım ki. Ne yapayım başka bir dünyada?...
..."
Hayat çok tuhaftır efendim . Ne yapmak istediğinizi çok iyi bildiğiniz anda bir şeyler oluverir. Hayat yardımınıza koşar ; bir arkadaş , bir tanıdık , bir öğretmen, yaşlı bir teyze , birileri size yardım eder .
Seni neden bu kadar seviyorum bilmiyorum ama aynı zamanda yaşasaydık kesin seninle evlenirdim.
Orhan Veli’yi ne zaman okusam hayranlığım katlanıyor. En sevdiğim bütün şiirlerini(abartmıyorum) bildiğim bir şair. Kendisini Garip akımının öncülerinden olarak tanıdık iyi ki de tanıdık. Yaşamı hakkında çok şey bilmiyorum zaten çok da uzun yaşamadı ruhu şad olsun.
Şiirlerinde kadın, deniz, gitmek, yoksulluk gibi kavramları sık sık görüyorum ve Orhan Veli’nin üslubu, kendini anlatışındaki samimiyeti çok seviyorum.
Şair için de inceleme yazısı yazılır mı bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki burada ne kadar Orhan Veli’yi güzellesem de hepimizin şiirlerinden alacağı anlayacağı farklı şeyler olacak. Orhan Veli’nin şiirlerinden aldığım lezzeti, keyfi keşke alabilmenizi sağlayabilseydim.
Orhan Veli’nin de dediği gibi şairliğiyle yetinip avunuyorum. Keşke daha uzun yaşasaydın keşke daha çok yazsaydın imkansız aşkım.
"Öyle şeyler de var ki zihnimde, bunları sahiden yaşadım mı yoksa benim kurguladığım şeyler mi ayırt edemiyorum. Çok tanıdık, bir o kadar da bulanık olaylar..."
Anladığım kadarıyla Türk Edebiyatı'nda böyle bir öykü tarzı oluşmaya başladı. İlk başlarda tuhaf bulsam da sonradan alıştım sanırım. Emrah Serbes, Melisa Kesmez, Mahir Ünal Eriş tarzı. Birkaç tane daha var hatırlayamadığım. Hikayeler hep yarım kalıyor bir kere, sonra bolca küfür ve argo baharat gibi öykülerin her yerine serpiliyor. Vurgulanmak istenen bir yaşam tarzı, siyasi görüş vs varsa okuyucuyu sıkmak pahasına her hikayede cümlelerin aralarına ustaca sıkıştırılıyor ve asıl can alıcı nokta kitap ismi, muhteşem bir isim seçiliyor ki benim gibi ilginç kitap isimlerine zaafı olanlar kaçırmasın. Tıpkı daha önce okuduğum 'Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz' deki gibi, harika bir isim. Orada tüm öykülerde yer verilen hatta gözümüze sokulan alkol burda yerini solculuğa bırakmış. Hikayelerde geçen politik kavramlar hangi taraftan olursa olsun beni rahatsız etmez. Beni rahatsız eden solcuları bile bıktıracak şekilde solculuk vurgusu, alkol kullananları alkolden tiksindirecek derecede bir anlatım.Bunlar olmasa aslında samimi, akıcı öyküler. Kitabı beğenmedim diyemem, anlatımı çok güzeldi. Bazı cümleler özellikle, bunu böyle anlatmak nerden aklına gelmiş dedirtti. Bizden, tanıdık bildik şeyler hep anlatılan. Kitaptaki bazı hikayeler birbiri ile bağlantılı, benim en sevdiğim tür.
#Schopenhauer
*Yazar
#Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve