"Halkçıyız..." denirdi. Afişler, pankartlar, gazete, dergi, kitap, radyo... "Halkçıyız..." derdi. Amir, memur, müstahdem "halkçıyız" derdi.
Halkımız bu "halkçılık'tan kahrolurdu. Halkevlerinde, "palas"larda bu beylerin düzenlediği baloları halkımız kapı aralığından bile göremez, esasen bu rezaletleri görmek de istemezdi. Bürokrasi lüks tüketimdeyken, sefalet sokaklarda kol geziyordu. Ekmek derdindeydi halkımız. "... Milliyetçiyiz..." denirdi. Hemen bütün haberleşme araçları, bütün resmî ağızlar tekrarlardı: "
Milliyetçiyiz..." Sonra, "Latin alfabesi", "Fransız metrik sistemi", "Frenk şapkası", "İsviçre Medenî (!) Kanunu", "İtalyan Ceza Kanunu", "Gregoryen takvimi", "Kilise müziği", "Amerikan cazbantı", "Batı klasikleri" vs... Velhasıl kültürün her sahasında günlük hayata ait her türlü davranışın taklide, Batı taklidine dayandığı bir vasat özlenir ve istenir, aksine her davranış mahkûm edilir, tahkir edilirdi.
"Laikiz" denir denmez bütün gırtlaklar çatlarcasına gerilir, matbaalarda en büyük puntonun de büyüğü hurufat baskıya geçer, radyoda en gür sesler haykırırdı. Halkımız kendisine gerici, mürteci, yobaz, çöl kanununa uyan cahiller diyen bu kendinden olmayanlara tebessümle mukabele ederdi.
50 yıllık tarihimiz böylesine sloganların kader haline geldiği bir yarım asır oldu. Bu itibarla sloganlar, vecizeler, nutuklar... çağdışı bir çağın belirgin unsurlarıdır.