Sıkıcı. Sıkıcı. Sıkıcı.
Kitap tek kelime ile sıkıcı.
Hiç bir kitap da bitirmek için bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum.
Karakterler kötü, olay geçişleri kötü, her şeyin sebebi olan olay kötü, sonu kötü. En önemlisi baş karakter kötü.
Karakterlerin -özellikle de ön planda olan baş karakterin- elindekinin kıymetini bilmemesi benim sinirimi bozan bir durum. Saçma sapan bahaneler üretip yaptığı şey de kendini haklı görmesi, sonradan hatasını anlayıp elindekine dönmesi ama buna rağmen diğer karakteri unutmaması onu kıskanması
"Ay ben yapamıyorum erkeğim sensin"
"Ay hayır senle de olmuyor ben diğerini seviyorum" deyip hareket etmesi...
Ya ne diyeyim baş karakter kötüyse kitap da kötü oluyor benim için okuyamıyorum. Kitabı kaç defa fırlattığımı hatırlamıyorum ama malesef başladığım bir kitabı yarım bırakamama gibi bir huyum olduğu için saçlarımı yola yola okudum.
Tam bir zaman kaybı. Daha iyi kitaplar varken bu kitaba ne para ne de zaman harcanır.
İyi okumalar.
Hava kısa kolluyla gezilecek kadar sıcak. İnsanın tatlı Nisan güneşinde kedi gibi mayışası geliyor. Adana sokakları MİİİİİSSSSS gibi portakal çiçeği kokuyor. Neredeyse çiçek kokusundan sarhoş geziyorum. İşe gitmek böyle günlerde de pek zor. Pandemi olmasaydı Portakal Çiçeği Festivali ne ihtişamlı olurdu ama. Özledik. İnşallah gelecek yıla artık.
Dunbarra' da bir pansiyon. Büyüleyici kasaba hayatı bu pansiyona gelenleri tutsak alıyor. Pansiyonun misafirleri ve her birinin sırları, okuyucuyu bağlıyor, dili kitabın tıkır tıkır ilerlemesini sağlıyor. Sevimli bir kitap, hoş bir mola.