"Sadece bu gece daha rahat olduğunu düşünüyordum. Seni gülerken görmek güzel."
"Gülmemi gerektirecek fazla bir şey yok hayatımda, " diye karşılık verdi Sebastian.
Sıkıcı. Sıkıcı. Sıkıcı.
Kitap tek kelime ile sıkıcı.
Hiç bir kitap da bitirmek için bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum.
Karakterler kötü, olay geçişleri kötü, her şeyin sebebi olan olay kötü, sonu kötü. En önemlisi baş karakter kötü.
Karakterlerin -özellikle de ön planda olan baş karakterin- elindekinin kıymetini bilmemesi benim sinirimi bozan bir durum. Saçma sapan bahaneler üretip yaptığı şey de kendini haklı görmesi, sonradan hatasını anlayıp elindekine dönmesi ama buna rağmen diğer karakteri unutmaması onu kıskanması
"Ay ben yapamıyorum erkeğim sensin"
"Ay hayır senle de olmuyor ben diğerini seviyorum" deyip hareket etmesi...
Ya ne diyeyim baş karakter kötüyse kitap da kötü oluyor benim için okuyamıyorum. Kitabı kaç defa fırlattığımı hatırlamıyorum ama malesef başladığım bir kitabı yarım bırakamama gibi bir huyum olduğu için saçlarımı yola yola okudum.
Tam bir zaman kaybı. Daha iyi kitaplar varken bu kitaba ne para ne de zaman harcanır.
İyi okumalar.
... "Fazla televizyon seyretmem. Tek izlediğim filmse animasyon olanlar. " Sebastian bir kahkaha attı. "Belki de en iyisini yapıyorsun. Son zamanlarda yapılan her şey ya vahşet dolu ya da yarı pornografik... "
Kitapla ilgili söyleyebileceğim ilk şey oldukça yavaş ilerliyor olması. Anlatımı sıkıcı olmamakla birlikte monoton ilerliyor. Hatta okurken bazen sıkılıp bıraktığım da oldu. Tabi bunda bazı karakterlerin ne istediğini bilmeyen, tutarsız ve doyumsuz insalar olmasının da payı var. Özellikle Erin Joyce karakterine aşırı sinir oldum. Her neyse, kitaptaki ilk hareketlenme diyebileceğim kısım 200lü sayfaların ortaları oldu ve hala geçmişle ilgili olabilecek ve sır ya da ona benzer bir şey gerçekleşmişti ki kitap biraz da bunlar üzerine kuruluydu. Son 60 sayfada birçok kişinin sırları olduğu ortaya çıktı -nihayet :)- ve sonunda her zaman ki gibi her şey tatlıya bağlandı. Kitabın kapağını kapattığımda: 'Vay be ne Sebastian Gray'miş arkadaş, ortalığı kasıp kavurdu 'dedim ki gerçekten de öyle oldu. Ee ne demişler sonu iyi biten her şey iyidir. Ve sonunu okuyunca Erin Joyce a olan kızgınlığım hafifledi ve Ronan karakterine de helal olsun diyorum onun yaptığını ben yapamazdım. Ama sanırım insanlara ikinci bir şans tanınmalı, özellikle bu kişiler sevdiklerimiz olunca.
Hava kısa kolluyla gezilecek kadar sıcak. İnsanın tatlı Nisan güneşinde kedi gibi mayışası geliyor. Adana sokakları MİİİİİSSSSS gibi portakal çiçeği kokuyor. Neredeyse çiçek kokusundan sarhoş geziyorum. İşe gitmek böyle günlerde de pek zor. Pandemi olmasaydı Portakal Çiçeği Festivali ne ihtişamlı olurdu ama. Özledik. İnşallah gelecek yıla artık.